top of page

ÖZ KÜLTÜR DEĞERLERİMİZ

Güncelleme tarihi: 26 Haz

KİŞİSEL GELİŞİM SÜREÇLERİMİZDE TARİHİMİZDEN GELEN DEĞERLERİMİZ


Bu konuyu niçin seçtik ve işlemek istedik? sorusuyla başlayalım…


İnanç ve değerlerimiz hayattaki duruşumuzu ve neticesinde kimliklerimizi oluşturur.


Düşüncelerimizin kaynağı olan değerlerimiz ile duygularımız, duygularımız ile davranışlarımız şekillenir. Bu davranış biçimleri ise bizlere birer kimlik verirler. İnsanların davranışlarını incelerseniz altta yatan değerlerini de çok rahat izleyebilirsiniz. Hayat duruşları, aile içinde, diğer insanlarla ya da doğa ve hayvanlarla ilişkileri, toplum içerisinde yaşarken benimsedikleri tüm yaklaşım ve eylemleri bu değerler üzerinedir.


Çoğunlukla ahlaki değerler olarak adlandırdığımız ve inançlarımız ile bezenmiş vasıflar olarak üzerimize giydiğimiz hayat duruşumuz ve kimliğimizle her birimiz kendimizi gerçekleştiririz. Aynı durum toplumlar için de geçerlidir.


Öğrenilen ve geliştirilebilen bu duruş özde karakter yapılarımız ile de ilgilidir. Zaten hayattaki en büyük sınav belki de buradadır. Örneğin; bencil ve sadece kendini düşünen bir yapıdaki insan toplumun yardımlaşma değerine ne kadar yakın durur, ya da ilişkilerinde saygıyı ne kadar ön planda tutabilir? Ya da zaafları ön planda olan birey, etrafına verdiği zararı, yarattığı duygu ve yıkımları ne kadar görür ve umursar?


Toplum değerleri bireylerin hayatlarında ön planda tuttukları değerlerle şekillenir ve nesillere aktarılır. Yozlaşan ve gittikçe de kendi çıkarlarına daha fazla odaklanan bireyler önce kendilerinin, sonuç olarak da toplumun huzur ve sağlığını bozarlar. Ne ilginçtir ki en büyük fetvaları da bu bireyler verir; birer değer abideleridirler sanki. Bilmezler ki ağızlarından çıkan her ses ve aynada gördükleri suret aslında kendilerine birer mesaj ve uyarı niteliğindedir.


Bir birey düşünün 'o değere, bu değere sahibim diye yaşıyor', kendi içinde yüksek söylemleri var. Sonrasında malum 'kişinin aynasıdır işi' gerçeği ile tüm ilişkilerinde sınanmaya başlıyor. İşte öğrenme ve gelişme fırsatları burada başlıyor. Değerler kişilere göre uyarlanmadıklarından içinde yadsımalar taşıyan kişisel açıklamalar birer kaçış ve sığınılan kara delikler oluştururlar. Bu kara delikler ise toplumların giderek gerçeklerden kopması, çürümesi, öz kültür ve değerlerinden uzaklaşması sonucunu doğuruyor.


Ayrıca eklemek isteriz ki, son dönemlerde günlük yaşantımızda, insanlar arası ilişkilerde, spor, siyaset, hukuk ve benzeri tüm toplumsal, sosyolojik ortamlarda çok eskilerden beri sahip olduğumuz birçok değerimiz ile ilgili birtakım aşınmalar olduğunu fazlasıyla fark etmeye ve bunlara dair sitemler duymaya başlamadık mı ?


Öyleyse, özümüzü hatırlamakta fayda var diyebilir miyiz ??


Türk bozkır kültüründen günümüze binlerce yıllık değerler


Bu bağlamda Anadolu dahil birçok coğrafyada yaşamış ve yaşamakta olan Türk toplumunun (kendi tarihini ve kültürünü fark ederek tarih boyunca özellikle ‘’Bozkır’’ kültüründe ya da başka deyişle ‘öz kültüründe’ hangi insani değerlere sahip olduğunu hatırlaması gerektiğine inanıyoruz. Burada şunu belirtmek te gerekir ki ‘’Türk’’ dediğimiz zaman bir ırktan bahsetmekten ziyade tarihsel süreç içinde inanç sistemleri farklı olsa da kültür-ülkü-dil-töre ve ulus birliği yapmış boy, toplum ve bu toplumların bir arada yaşadığı topluluk ve devletlerden bahsediyoruz.


Bozkır kültürü kavramını aslında ilk ortaya atan İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi hocalarından Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu olmuştur. Kendisi bu olguya ‘’Bozkır Kültürü’’ hatta ‘’Atlı Konar Bozkır Kültürü’’ ismini vermiştir. Belki de buna ‘’Türk Bozkır Kültürü’’ demek ve ‘’Türk’’ kelimesini eklemek daha belirleyici olur; zira söz konusu büyük Avrasya coğrafyasında başka halklar da yaşamış olup bu topluluk ve kültürlerin birbirlerine karışıp etkileştiklerini de görebiliyoruz.

Bozkır, uçsuz bucaksız bir coğrafya ve var olma mücadelesi…Bu mücadele içerisinde insanların kendilerini var etme, hayatta kalma çabası.


İki olguya karşı savaşım veriyorsunuz. Birincisi doğa koşulları, ikincisi ise başka boy, topluluk ya da uluslara karşı var olma savaşı ki bu sürecin halen farklı şekillerde devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.


Bu koşullarda bir savaşım (mücadele) ortaya koymak zorundasınız; bu da bugün farklı bir anlam kayması ile ele alınsa da karşımıza o dönemlerde Töre olarak çıkan bir anlayışı getiriyor.


Peki bu nedir? diye sorduğumuzda biraz önce tanımlamaya çalıştığımız gibi yaşanmışlıklar ve deneyimler üzerinden binlerce yıl boyunca süzülerek gelen hem bireysel hem de toplumsal olarak insanların ya da toplumların bir arada yaşamak, dayanışmak ve kaynakları adil paylaşmak için uymak durumunda oldukları ‘’yazılı olmayan’’, ‘’genetik belleğe işlenmiş’’ te diyebileceğimiz kurallar bütünüdür diyebiliriz.


Birey doğduğu andan başlamak üzere ailesine, topluma, devlet ve ulusuna aidiyet duygusuyla hizmet etmek için bazı kurallara uymak durumunda kalır. Bunlar biraz önce de vurguladığımız gibi yaşanmışlıklar sonucu ortaya çıkar. Çünkü yaşanmışlıklar ulus, topluluk ya da bireylerin varoluşlarına derin izler bırakırlar; kültür ise bu yaşanmışlıkların bir sonucudur. Dolayısıyla Töre de bu süreçten kendi üzerine düşeni alır ve toplumlara adil bir düzen sağlar, ışık tutar.


Böylelikle Türk Töresi denilen kavram da ahlaklı ve vicdanlı bireylerden oluşan bir toplum yaratma amacıyla çeşitli değerleri kendi içinde oluşturmuştur.


Aslında günümüzde belki de anlamı değersizleştirildiği için tekrar hatırlamak zorunda olduğumuz en önemli değerimiz çocukluktan itibaren kişinin bireysel değerlerle tanıştırılıp ahlaklı bir insan olmasına yardımcı olmaktır. Ahlak dediğimizde de doğuştan ve sonradan aile-çevre etkisiyle kazanılmış tutum ve davranışları anlarız. Tutum ve davranışları belirleyen, kuralları koyan ise Töre’dir.


Törelere detaylı baktığımızda bireyi güçlü yapan savaşçı (mücadeleci) bir öze (ruha) ulaşmalarını sağlayan kural ya da değerler karşımıza çıkar.


Bu değerlerin başında bireyin ilk önemli özelliği günümüzde de epey sorgulanan doğru-eşit-adil olma anlayışıdır. Doğruluk ve adaletle davranarak, karar verme yetisine sahip olup o duruşu gösterme anlayışının kendisine verilmesidir. Günümüzde ise bu değerin neden sorgulandığını bulmak gerekir.


Tabii ki Türklerin tarihsel süreçte ulus olarak varlık gösterdikleri dönemlerin tümünde veya Türk denildiği zaman ilk akla gelen iki değerimiz; Doğruluk-Adalet ve Acıma-Merhamet.


Türklerin tarih boyunca adalet ve merhamet kavramlarını yan yana koyarak yol almış oldukları görülür. Kadim Anadolu kültürümüzdeki merhamet anlayışını yansıtan önemli sözlerden biri de ‘’Düşene vurulmaz’’ dır. Tarih boyunca ortaya çıkan birçok Türk devleti zulümden ve soykırımdan çekmiş olan mazlum toplum ve halkların sığınağı ve koruyucusu olmuştur.


Doğru sözlü olmak ve karşısındakinin de doğru sözlü olmasını beklemek ve yalana karşı gösterilen tepki tarihsel kaynaklarda da net olarak görülür. Örnek olarak Doğu Roma’nın (Bizans’ın) Köktürklere göndermiş olduğu elçiler olan Valentinos ve Zemerkos zamanında (6.Yüzyılda) çıkan olayları gösterebiliriz. O dönemde Doğu Roma ile aralarında gelişen yakınlık dolayısı ile Doğu Roma, İran coğrafyasındaki Sasaniler’in kendileri üzerlerinde egemenlik kurmak istedikleri savını öne sürer. Öte yandan bu durumun tam aksi de Sasaniler tarafından dile getirilir. İki taraftan birinin yalanı söz konusudur; Köktürk kağanı İstemi Yabgu da ‘’biz doğru sözden yanayız; ne olduğunu biliyoruz’’ der. Türkşad olayında da aynı durum geçerlidir ve yine Doğu Roma elçilerinin yalan söylediğini gördüğünde elini ağzına götürmüş ve ‘’siz 10 dilli Doğu Roma, biz hangi ırmağın nereden aktığını biliyoruz; bize doğru söylenmesi gerektiğini hep size söyledik; biz doğruyu söyleyenlerin yanındayız’’ diyerek tepkisini göstermiştir.


Yalan söyleyenlere uygulanan yaptırım ve cezaların da son derece ağır olduğu görülür. Hem aileden hem de toplumdan soyutlanarak, saygınlığın yitirilmesi şeklinde uygulandığını kaynaklardan biliyoruz. Bu duruma düşen bireylerin sözlerinin ağırlığı olmaz. ‘’Söz senettir’’ ya da ‘’Söz namustur’’ ifadeleri bu anlayışın günümüze taşınmış şeklidir.

Bir diğer kültür özelliğimiz Hoşgörü’ dür. Sosyal yaşamda aileden başlayarak, devlet, askeri, ticari ve dini inanç yapılarında hoşgörüyü birinci sırada tutmuş olan bir kültürüz. Bunun en açık örneklerinden biri ise Hazar Türk Devleti’nde görülür.  Hazar Devleti ya da Kağanlığı (658-1030) içerisinde değişik kökenden etnik gruplar olduğu gibi farklı din ve inanç sistemlerini benimseyenlerin de olduğu görülmektedir. Bu farklı dinlere inanan insanların batılıların tabiriyle ‘’paks hazarya – pax khazarika’’ adını verdikleri yani Hazar hoşgörüsü dedikleri bir anlayış içerisinde yaşamlarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Dönemle ilgili bilgi veren Bağdatlı gezgin-tarihçi El-Mesûdî (896-956) eserinde şöyle der; ‘’Hazarların başkentinde 7 kadı bulunur. 2 Tanesi Müslümanların, 2 tanesi Musevilerin, 2 tanesi Hristiyanların ve birisi de putperestlerindir.’’ Aslında burada ‘’putperest’’ dediği Hazarların kendi asıl Gök Tanrı inancına mensup olan ‘’şaman-pagan’’ olan insanlardır. Hazarlar sonradan Musevi inanç sistemini benimsemişler ve tarihe Musevi Türkler olarak geçmişlerdir. Onların Musevi inanç uygulamalarında yoğun şamanik adetler yer alır.


Diğer bir özelliğimiz ise Temizlik anlayışımızdır. Bozkır boy ve devletleri dönemlerinden başlayarak kişisel ve ev (eb-üb)-oba temizliğinin ön plana çıktığını görüyoruz. İnsanların kılık-kıyafet ve evlerinde düzenli, disiplinli olmayı önceledikleri görülüyor ki bu günümüzde de toplumumuzda genelde gördüğümüz bir alışkanlıktır.


Bir başka kültür özelliği Eli açıklık-Cömertlik’ tir. Cömertlik ve Merhamet aslında iç içe geçmiş iki değer olarak karşımıza çıkmakta. Tarihsel süreçte Türk yönetici kağanlarının savaşlardan sonra ülüş (yağma) toylarında (paylaşım toplantılarında) kendi paylarından çok daha fazlasını erlerine dağıtarak bağışlarda bulundukları kaynaklarda görülmektedir. Yalnızca yönetici ve erler arasında kalmayıp özellikle toplumda yoksul kişilerin olmaması gibi bir yardımlaşma kültürü anlayışını da beraberinde getirmiştir. Bu ise ekonomik bakımdan son derece yoksul toplum tabakalarının ortaya çıkmasını engeller. Günümüzde dahi bizler bu yardımlaşma duygusuna dünyadaki bütün milletlerden çok daha farklı bir bakış açısıyla bakar ve yaklaşırız. ‘’Bir elin verdiğini diğer el görmeyecektir’’ sözü ise yardımın bir kibir ve övünç kaynağı olmaması ve yardım edilenin kötü hissettirilmemesi anlayışını içerir. Tarihimizin birçok döneminde olmakla birlikte Osmanlı döneminde de bu anlayışın hassasiyetle uygulandığı bilinmektedir.


Bir diğer değer Bağışlayıcılık-Affedicilik. İşin doğrusu hepimizin bildiği gibi zor bir duygudur. Doğu Avrupa’nın en güçlü devletini (Avrupa Hun Devleti 379-469) kuran Atilla Doğu ve Batı Roma’yı da egemenliği altına almıştır. Doğu Roma o dönemde çareyi her zamanki gibi Atilla’yı arkadan vurmakta bulmuş ve bir suikast planı hazırlamıştı. Atilla liyakat anlayışının da en öne çıkan temsilcilerinden biridir. Kendi yönetimi içerisinde farklı etnik gruplardan olan liyakatli kişileri yönetimde görevlendirmişti.


Güvendiği bu kişilerden biri olan Eudoxius elçilik heyetinin kendisine suikast amacıyla geldiğini söylediğinde gülümsemiş, onları karşılayıp ziyafet vermiş, gelen elçilere altından kaplar vermesine rağmen kendisi alçak gönüllü bir davranışla tahta tabak ve kaşık kullanarak yemeğini yemeyi tercih etmişti. Alçak gönüllülük de yine kültürümüzün ürettiği ‘’ne kadar çok yükselirsen o kadar alçalmasını bileceksin’’ sözünde kendini bulan insani bir anlayışın sonucudur. Doğu Romalı tarihçi Priskos ‘’Atilla suikast planımızı bilmesine rağmen bizi davet ettiğinde bizi öldüreceğini düşünmüştük; ancak Atilla ‘siz değil sizi buraya gönderenler suçludur’ diyerek bizi özgür bıraktı.’’ diye ifade etmiştir. Kültürümüzdeki ‘’Elçiye zeval olmaz’’ sözü ise bu anlayışların bir sonucudur.


Özveri-Fedakarlık anlayışı da öz kültür özelliklerimizden biridir. İkinci Köktürk Kağanlığının (682-744) üç büyük devlet adamı vardı. Bilge Kağan, kardeşi Kültigin ve vezir Tonyukuk. Taht üzerinde hakkı olmasına rağmen Kültigin tahta abisinin geçmesi konusunda büyük bir fedakarlıkta bulunur.


İyilik sever olma, iyilik yapma özelliği. Uygur Türklerine (MÖ 220-…) ait ‘’Irk Bitig’’ ve ‘’Altun Yaruk’’ gibi fal kitaplarında iyilik yapmanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan beyitlere rastlanır. Altun Yaruk Uygurların Budist inancı benimsediği döneme ait bir eser olmakla birlikte eserde eski Türk kültürünün Gök Tanrı inancı ve Kamlık (Şamanizm) etkileri hakimdir.


Yetinme-kanaatkar olma. Türk tarihinde son derece önemli devletlerden biri olan Avar Kağanlığını (562-822) kuran Avarlar ile ilgili Lombard Kralının bu vasıfla ilgili söylemleri önemlidir.


İstekli-azimli olmak. Hırsın insanı getirebileceği noktayı iyi bilmemizden dolayı hırs uygun görülmez. İktidar mücadelelerinde hırsın çok öne çıktığı görülmüştür. Günümüzde dahi devletlerin yönetimlerinde hırs gösterenlerin her türlü oyun ve uygunsuz (hainlik, işbirlikçilik) yöntemleri geçerli görmeleri ise durumu açıklamaktadır.


Bozkır Türk kültürünün en önemli değerlerinden diğer birisi de Onur-Namus anlayışıdır. Kadın ve erkek ayırt etmeden şart olarak görülür. İslam kaynakları (Arap Seyyah İbn Fadlân, Ebu Said Gerdizi) Türklerin namuslarına son derece düşkün olduklarını özellikle Türk kadınlarının son derece namuslu olduklarını söylerler. Gerdizi eserinde şöyle ifade eder ‘’Onların kadınları çok namuslu ve iffetlidir’’.

Kadın-Erkek eşitliği. Binlerce yıllık kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Gerek bozkır göçer gerekse yerleşik devlet düzenlerinde Kadın ve Erkek zorlu yaşam koşulları gereği ve özde her zaman eşit ve aynı düzeyde olmuştur. Türk kadını erkeği ile eşit haklara sahip, en az onun kadar savaşçı, dirlik ve düzeni sağlayan, boy ve devlet yapılarında yöneticilik, karar vericilik ve düzen sağlamada en ön saflarda yer almıştır. Sonradan bozulan bu yapı Mustafa Kemal Atatürk sayesinde 1930 ve 1934 yıllarında çıkarılan anayasal (töresel) kanunlar ile tekrar tesis edilmiş olsa da çok daha fazla geliştirilmesi gereken bir konumdadır.


Türk toplumu törenin uygulanabilmesi için bireylere çeşitli hak ve ödüller verdiği gibi cezalandırmayı da son derece güçlü bir şekilde yapmıştır. Örneğin namusun toplumdaki öneminden ötürü zina olayı son derece nadir görülmüştür. Bu konuda yine İbn Fadlân’ dan bilgi alabiliyoruz; ‘’Zina yapan evli bir kadın ve evli bir erkek, eğer zina yaptıkları şahitler tarafından da onaylanırsa, her ikisinin de kol ve ayakları Kayın Ağacı'na bağlanarak ceza çekmeleri ve teşhir edilmeleri sağlanır; Türkler buna ‘biz onları yağmura ve güneşe bıraktık’ derler.’’ diye eserinde belirtmiştir. Kayın Ağacı Türk kültüründe son derece kutsal olan ‘’Hayat Ağacı’’ kavramı ile özdeş olan bir simgedir. Kültürün yayıldığı çeşitli coğrafyalardaki farklı ağaç türlerine de bu simgesel anlam yüklenmiştir. Ezoterik ve evrenbilimsel (kozmolojik) anlamlar içerir.


Yaşlılarımıza gösterilen saygı ve sevgi değerimiz. Günümüzde toplumumuzda yavaş yavaş unutulmaya başlayan bu geleneğimizin tekrar hatırlanması gerekir. Eski Türklerde hem çocuklar hem de yaşlılar geçmişin ve geleceğin teminatı olarak görülmüş, yaşlı büyüklerin bilge-ak sakal ve gençleri yetiştiren sıfatıyla baş köşelerde oturtulduğu, değer verildiği bir anlayış benimsenmiştir.


Bir diğer değerimiz de Konukseverlik-Misafirperverlik’ tir. Bu özelliğimiz ise gerek eski destanlarımıza yani edebi metinlere gerekse de yazılı metinlerimize kadar yansımıştır. ‘’Tanrı Misafiri’’ kavramı bugüne kadar koruduğumuz konukseverlik anlayışımızın günümüze en güzel yansımasıdır. ‘’Allah misafiri’’ diye bir kavram diğer kültürlerde görülmez. ‘’Misafir 9 kısmetle gelir, birini yer sekizini bırakır’’ anlayışı ise misafire verilen önemi gösterir. Türk evlerinde en kıymetli yere, salona ‘’misafir-konuk odası’’ denir.


Özgürlük-Bağımsızlık kültürümüz. Küçük yaşlardan itibaren her bireye aşılanması ön görülmüştür. Yani özgür düşünüp hareket edebilen, yeri geldiğinde ailesini, toplumunu veya halkını ortak hedefler doğrultusunda bir araya getirebilen, sorunları çözebilen dayanışma kültüründen kaynaklanır. Bu bağlamda kişilerin özgürce düşüncelerini paylaşabilecekleri katılımcı toy-kurultay-kengeş-meclis-istişare ortamları, yöntemleri geliştirilmiştir. Ulusumuzun özünde ''Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir'' diyen Mustafa Kemal Atatürk vardır.


Vatan-Ülke ve Şehadet anlayışımız. İslam öncesi eski Türk kültüründen günümüze kadar gelmiş kültür kodlarımızdan biridir. Vatan doğadır; doğa, canlılar, hayvanlar, dağlar, ağaçlar, ırmaklar, denizler kutsaldır; hepsinin bir iyesi, tini vardır. Hayat Ağacı kavramı Türkler için son derece önemli olup türeyiş mitlerine kadar yer bulmuştur. Soyun türediği, çocukların yetiştiği, ata kurganlarının bulunduğu topraklar kutsaldır ve her türlü kötü niyetli tehlike karşısında ölümüne korunmalıdır. Avrasya coğrafyasında elinde ant kadehi (can suyu) tutan Taşbaba, Taşata, Bengütaş ya da balbal adı verilen bozkır heykelleri Türklerin bu uğurda öldüklerinde sonsuz yaşama kavuşacaklarına dair inançlarından ve kam (şaman) geleneklerinden kaynaklanır.  Mezartaşı geleneği Türk kültürünün dünyaya armağan ettiği bir olgudur.


Biz Türkler değerlerimizle her ulusun tarihine girmiş, onlarda etkiler bırakmış ve kaynaklarında kendimize yer bulmuşuzdur. Bu açıdan bakıldığında her ulustan insanla rahatlıkla iletişim kurmaya, bir arada olmaya, onları kabul etmeye istekli olmuşuzdur. Hani denir ya ‘’Tarihten Türk’ü çıkarırsanız tarih diye bir şey kalmaz’’. İşte biz tarihin her döneminde insani yönümüzle, ahlaki değer ve adaletimizle diğer uluslara önder olmuş, birlikte yaşama, paylaşma anlayışına getirmiş ve bunu tarih boyunca göstermiş bir ulus ve kültürün mirasçıları, evlatlarıyız. Sorumluluğumuz ise bu değerlerimizin (ve bu çalışmada yer almayan nice değerimizin) hem kendi ailemiz, çevremiz hem de kendi toplumumuzla birlikte diğer toplumlara da anlatılmasıdır.


“Her topluluğun bir lağım tarafı vardır, orada çirkin şeyler toplanır; fakat toplulukların asil, temiz tarafları da vardır, öyle olmazsa topluluk yaşayamaz. İnsanlar gözlerini çirkin şeylere dikmemeli, güzel taraflara çevirmeli, birbirlerini güzel kıymetlerin çerçevesinde görmeli ve sevmelidir.”

Mahatma Karamchand Gandi.


Çiğdem Türkyımaz Haluk Hızlıalp


Kaynaklar

İlk Rus Yıllıklarında Türkler – Prof.Dr. Mualla Uydu Yücel

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1177653 - TÜRK DİL VE KÜLTÜR EVRENİNDE ESKİ UYGUR TÜRKLERİNİN YERİ

 

 

61 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page