top of page

TÜRK ve RUS KÜLTÜRLERİ

Türk Kültürünün Rus Kültürü Üzerindeki Etkisi


Orta Asya ile bunun doğal bir devamı olan güneydoğu Avrupa bozkırları, bilhassa Güney Rusya bozkırları tarihin kaydettiği en eski devirlerden beri, Türklerin yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Burası Orta Asya’da yer darlığı, kıtlık, kuraklık veya siyasî-askerî nedenlerle sıkıntıya düşen ve bu tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, özgür yeni iklimler arayarak batıya göç etmek durumunda kalan çeşitli Türk kavimlerinin yeniden kaynaşmalarına sahne olduğu gibi, Türklerin Batı, Kafkas ve Avrupa kavimleri ile de karıştığı ilk bölge olmuştur.


MS 4. yüzyılın ortalarından itibaren Orta Asya ve Sibirya'dan Batıya doğru göç eden Hun, Ogur-Bulgar, Sabir, Avar, Alan, Hazar, Peçenek, Uz ve Kuman-Kıpçak Türk kavimleri (ki bu kavimlerin öncülleri olan ve MÖ 2000’lerden itibaren sözkonusu coğrafyada büyük bir etki oluşturan Kimmer, İskit, Avrupa ve Anadolu'ya uzanan Pelasg, Etrüsk uygarlıklarını da unutmamak gerekir…), önce bu mıntıkalarda toparlanmış ve büyük imparatorluklar, siyasî ve askerî teşkilatlar kurmuş ve Avrupa’nın iç bölgelerine doğru ilerlemiştir. Nihayet burası Türklerin ikinci anayurdu haline gelmiş ve Türk kültürünün başlıca merkezlerinden birini oluşturmuştur.


Türklerin Rus kültürü üzerindeki etkileri de tam burada başlamıştır. Söz konusu kültür etkileri ise, komşuluk, ticarî faaliyetler, savaşlar, evlenmeler sonucunda etkilenme ve taklit-öykünme yoluyla ortaya çıkmıştır. İlk olarak şunu belirtmek gerekir ki, Türklerin Rus kültürü üzerindeki etkileri Oğuzname adlı ünlü kadim Türk destanına da yansımıştır. Bu destanda Oğuz Kağan’ın batıya doğru ilerlediği ve İdil (Volga) vadisinde Urumhan’ı bozguna uğrattıkları, Urumhan’ın Urusbeg adlı kardeşinin Oğuz Kağan’a bağlandığı ve Oğuz Kağan’ın ona Saklap adını verdiği kaydedilmiştir (Shimin-Ayup 1980: 50). Kimi araştırmacılar adı geçen Türk destanındaki Urumhan ve Urusbeg adlarıyla Slavlar ve onların doğu kolu olan Rusların kastedildiğini ileri sürmektedirler. Tarihî gerçekler de destanda söylendiği gibidir. Nitekim 13. yüzyılda Doğu Türkistan, Turfan’da Uygur Türkçesi ile tekrar yazıya dökülerek basılan Oğuz Kağan Destanı’nda Türk egemenliği altına girmiş olan Ruslardan bahsedilmesi, aynı destanın Türk kültürünün Rus kültürüne etkisini belirtmek bakımından önemlidir. Ayrıca, Rusların köken bakımından Türkler ile ilgisi olmamakla birlikte ortaçağda Araplar ve İranlılar (İbn Fadlan, Mervezi gibi tarihçiler) Rusları Türk zannetmişlerdir.


9.Yüzyılın ortalarında Hazar Devleti’nin egemenlik alanları… 9. yüzyılın ortalarında; Ruslar (Kırmızı), Slavlar (Gri), Gotlar (Mor) ve mavi çizgiyle belirtilen Hazarların egemenlik alanı.

Araştırmalar sonucunda bilindiği gibi, Türk-Rus ilişkileri ise 9. yüzyılın ilk yarısında başlamıştır. Bu Hazar Devleti’nin gelişme çağlarına rastlar. Bu tarihten itibaren Türkler ile Rus topluluklarının ilişkileri gittikçe yoğunlaşmış ve günümüze kadar süregelmiştir. Aralarında devam eden karşılıklı ilişkilerde, Türklerin Rus kültürüne verdikleri unsurlar, onların Rus kültüründen aldıklarından fazladır. Üstelik Ruslar Türk kültürünü içten benimseyerek almıştır. Gerçekten asırlar boyunca Rusların hukuk, ordu, adliye, iktisadî hayat, mimarî, madencilik, ev takımları, giyim, kıyafet, müzik, dil, düşünce, edebiyat, sanat, soyadlar, örf ve adet vs. gibi Türk kültüründen aldığı unsurlar, onların kültür tarihinin gelişimine büyük katkıda bulunmuş ve Rus kültür tarihinde bir ‘Türkizm’ hareketini ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden, eski Sovyetler Birliği’nde bir Türkolog tarihçi “Rusya tarihi, Kiev Rusları zamanından bu yana devamlı olarak ilk Ortaçağ Türk kavimleri dünyasına bağlıdır’’ (Hayit 1987: 26) diyerek bu noktayı açıklamıştır. Burada şunu hemen belirtmek gerekir ki, bin yıldan fazla devam eden bu süreç, zaten iki ayrı kavim mensubunun hayatı ve kaderi üzerinde farklı özellik taşıyan büyük tarihî oluşumları ve kültür değişmelerini ortaya çıkarmıştır. Bu iki ulusun kalkınmaları veya geri kalmaları, yükselmeleri ve çökmeleri, her şeyden önce karşılıklı ilişkileri ve birbirine yaptıkları kültür etkilerinin içeriği ve sonuçlarıyla ilgili olmuştur.


Hazar Devleti egemenlik alanları-Turuncu renkli bölgeler (MS 651-1048)

Bilindiği gibi, Rus kültürünü etkileyen ilk Türk kavmi Hazarlardır. Hazarlar 7-10. yüzyıllarda güçlü teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî toleransı ve ekomomik refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzey düzlüklerinde İdil’den (Volga) Özü’ye (Dinyeper) Çolman’a ve Kiev’e uzanan sahada siyasî istikrar sağlamış ve Doğu Avrupa tarihinde büyük bir rol oynamış en önemli Türk Devleti olarak görünmektedir. Aynı devlet kuvvetli ordusu ile, egemen olduğu geniş coğrafyada asayiş ve ulaşım güvenliği sağlayarak 7.-9. yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa’da tam manasıyla bir ‘Hazar Barışı Çağı’ gerçekleştirmiştir. Hazar Barışı ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini arttırmış, dolayısıyla hakanlık doğu ve batı milletlerinin kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmiştir. Hazar Barışı’nın sağladığı barış ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin en önemli olgularından biri olmak üzere, Rus-Slav devletinin oluşumuna yardım etmiştir (Kafesoğlu 1988: 195, 198).


Böyle bir elverişli ortam, 8. yüzyıl içinde İskandinavya’dan gelen ve Ladoga ve İlmen Gölü çevrelerinde yerleşerek, Doğu Slavları hakimiyetleri altına almaya ve yer yer şehir oluşturmaya başlayan Ruslar (Norman-Vareg)’ın ekonominin gelişmesini sağlamak amacıyla Hazar Devleti’nin hakimiyetini tanımalarına sebep olmuştur. Mas’udi’ye göre, bu dönemde bir kısım Ruslar Hazar başkenti İtil’in Hazaran kısmında yaşarlar ve Hazarlara ücret ile askerlik ederlerdi. İbn Havkal “Rusların ticaret merkezi daima Hazaran’da bulunur, Hazarlar onların getirdiklerinden onda bir alırlar’’ demektedir. Bir kısım Rusların kuzey Kafkasya’da Hazarlara tabi koloniler kurdukları bazı kayıtlardan anlaşılmaktadır (Togan 1948: 410). Yine Mesudî’ye göre, Hazar memleketinde yedi tane baş kadı (yargıç) vardı ki, bunlardan ikisi Müslümanların, ikisi Hazarların (Musevi-Şaman), ikisi Hristiyanların, biri de Sakaliba (Mesudî’de: Slav ve Cermenler) ile Rusların ve kitabı olmayan diğer milletlerin işini görürdü. Müslüman kadılar Kur’an’a, Hazarlar Tevrat’a, Hıristiyanlar İncil’e ve kitabı olmayanlar da kendi adetlerine göre hükmederlerdi (Togan 1948: 400).


Hazar Devleti’nin diğer kavimlerde olduğu gibi, Ruslar üzerinde de uyguladığı hoşgörü, aynı kavmin ticaret yaparak zenginleşmesini ve Hazar Devleti’ni model alarak egemenlik oluşturmasını sağlamıştır. BARTHOLD’un belirttiği gibi, bunun ilk örnekleri, daha 839’da kurulmuş olan Rus birliğinde başkanın kendine Türkçe ‘’Hakan-Kağan’’ (Chacanus) unvanını vermesinde görülür.


988’de Hristiyanlığı kabul eden VLADIMIR ve sonra Knez YAROSLAV (1036-1050) hâlâ ‘’Hakan’’ (Kağan) unvanını taşımaya devam ediyordu. Metropolit HILAROIN (11. asır), İbn Rüşt’te (920’lerde), Gardizi ve Franik vakayinamesi hep Rus hakanlarından bahsederler (Kafesoğlu 1988: 199). 862’de Rus devletini kurmuş ve Sambata’ya gelerek, Hazarlara bağlı olarak, ticarî ve siyasî faaliyetlere girişmiş olan RURIK’in halefi OLEG kendi hâkimiyetine geçirmeyi başardığı Kiev Şehri’nin Türkler tarafından kurulduğunu ileri sürmektedir. TOGAN’a göre, Kiev, Hazar hakanına bağlı üç birader (her halde üç kabile) Kıy, Şek (Çek) ve Hori (Horiv) tarafından tesis edilmiştir. Kıy (çoğulu Kıyat), Çek ‘Çekli’ ve Huri ‘Yakutların ismi olmak üzere, Kuri ve Huri’ Türk uruğ (soy) isimleridir (1948: 399). 10. yüzyılda Kiev Şehri’nin bir kısmı ‘’Kozari’’ diye anılmakta idi. Kiev’e Türkçe Mankermen ‘Büyük Hisar’ da denilmiş. Kevin Alan BROOK’un bildirdiğine göre, Kiev Türkçeye ait bir kelimedir ve ‘kuyu-kıyı ev’ anlamına gelir.


Moskova’daki Kremlin ‘hisar, kale’ sarayı adının Türkçe’den geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi veya vekayinamesi Ruskaya Pravda’da ‘‘Drujina (idareciler) ile halk münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu müşahede etmek mümkündür’’ (Kafesoğlu 1988: 199).


Rusların Hazarlardan öğrendikleri yalnız hukuk sahasında değil, aynı zamanda içtimaî ve kültürel hayatın diğer sahalarında da olmuştur. Gerçekten, Hazar çağında Kuzey Kafkasya’dan Orta Rusya’ya kadar tek bir kavmin elinden çıkmış ve her bakımdan Hazar özelliği gösteren bir kültürün yaşadığını hissetmek, anlayanlar için hiç de zor değildir. Ticaret ve taklit yolu ile Hazar eserleri, Rusya’nın kuzey bölgelerine kadar yayılmıştır. Kuzey Rusya’da önemli bir kültür merkezi olan Liada buluntuları bu yayılışın en güzel örneğini teşkil ediyorlardı (Ögel 1971: 77). Çernigov, Gnezdoro, Birka (İsveç) ve Kiev'deki Viking mezarlarında arkeologlar Hazar veya Hazar tipinde eşyalar buldular (giysi ve çömlek). Bu hususta SVYATOSLAV (946-972) da açık bir örnek teşkil etmiştir. Peçenekleri örnek alarak yetiştiği için, ‘bir Peçenek başbuğu vasfındaki’ SVYATOSLAV Türk kültürünü çok benimsediğinden, halkına aynı kültür unsurlarının önemi hakkında teşvikte de bulunmuştur. Bununla kalmamış ve Türk tarzına daha uygun askerî güçleri meydana getirmeye çalışmış ve hem eğitim hem de teçhizat (silah, giyim, tuğ) bakımından aynı tarzda kara ve nehir(su) kuvvetlerini kurmuştur (Kafesoğlu 1988: 201-202, 238). Burada şunu belirtmek gerekir ki, Knez Oleg (882-912) zamanına kadar Türk-Hazarlara tabi olmak üzere yaşayan ve Hazarların sayesinde hâkimiyet ile iktisadî teşkilat oluşturma yeteneklerine sahip olan Ruslar, bu tarihten sonra da Hazarlardan ve Peçeneklerden aldıkları kültürün gücüyle hızla gelişmeye başlamıştır. Nihayet aynı kültüre dayanarak, 965’de Hazar Devleti’ne son vermiş Svyatoslav zamanında, Ruslar Hazar Denizi ve Kafkaslar ile Balkanlar yönünde yayılmaya başladılar (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Maddesi, 1980: 321). 9. yüzyılın sonralarında Peçenekler Karadeniz’in kuzeyini işgal ederek, Ruslar ve Bizans ile temasa geçtiler. Peçenekler Doğu Avrupa’da düzenli bir devlet kuramamış olmasına rağmen, savaş ve savunma zamanlarında ortak hareket etmişlerdir. Savaşçılığı ve silah yapmakta ustalığı ile, Rusların ve Bizansların dikkatini çekmişlerdir. Gerek Rus, gerek Bizans kaynakları Ruslar ile Peçenekler arasında 10. yüzyılın ortalarına doğru sıkı bir münasebetin kurulmuş olduğunda hemfikirdir. Bilhassa Bizans kaynakları Rusların Peçenekler ile daima iyi geçinmeye gayret ettiklerini, zira Peçeneklerin Rus memleketine akın yaparak büyük ziyanlara sebebiyet verebilecek durumda olduklarını belirtmektedirler. Bu arada Peçeneklerin, Rus prenslerine paralı asker temin ettikleri de anlaşılmaktadır. Nitekim 944 yılında Rusların Bizanslara karşı açtıkları fakat sonu tatlıya bağlanan seferde, Peçenek askerlerinin de Rus ordusunda yer almış olduğunu öğreniyoruz (Gürün 1981: 252). Hatta meşhur SVYATOSLAV’ın 965’de Hazarlara karşı yaptığı sefer sırasında, Peçeneklerin dahi Ruslara katılmış oldukları ileri sürülmektedir (Kurat 1964: 538). Yukarıda anlatıldığı gibi, Rusların Hazar Devleti’ni ortadan kaldırıp, Doğu Avrupa tarihine yeni bir siyasî güç olarak katılmasında Peçeneklerin rolü oldukça önemli olmuştur. Böyle olmasına rağmen, çok geçmeden müttefiklerin arası açılmış ve 972’de SVYATOSLAV Peçenekler tarafından öldürülmüştür. Rus vakayinamelerinde, 915’ten 1036 yılına kadar geçen 121 yıl içinde, Peçeneklerin Ruslara karşı 11 defa büyük çapta akın yaptıkları kaydedilir. Gerçekten de, Peçenek akınları Rusların Hazar Denizi’ne ve Karadeniz’e inmelerine engel olmuştur. Bahsedildiği gibi, SVYATOSLAV’ın Peçenek gibi yetişmesi, Rusların Peçenek süvarilerine başvurmaları ve Türk tarzında askeri güç meydana getirmeleri gibi olaylar Peçeneklerin Rus kültürü üzerindeki derin etkilerine örnektir. Bilhassa Peçenekler ile sıkı temasın Rus atlı birliklerinin oluşturulması üzerinde önemli etkisi olduğu kabul edilmelidir (Kurat 1964: 538).


Bunun dışında, Peçenek kültürünün kalıntıları olmak üzere bazı yer adları korunmaktadır. Toponimi araştırmalarından anlaşıldığı kadarıyla, bugünkü Ukrayna, Macaristan, Romanya, Balkanlar ve Anadolu’da Peçenekler ile ilgili birçok yer adına rastlanmaktadır; özellikle Macaristan’da bu gibi isimler çoktur. Balkanlar’da ve Rusya’da da bunlara çokça rastlanmak mümkündür (Kurat 1964: 542). BARTHOLD’un belirttiğine göre, 7. yüzyılın sonralarından beri Orta İdil boylarında yaşamakta olan Bulgarların dericiliği, 10. yüzyıllara gelince çok gelişmiştir. Bulgarların uzun konçlu çizmeleri Müslüman memleketlerine ihraç ediliyordu ve orada en gerekli şey haline gelmişti. Sonraları Bulgarların aynı sahada büyük değere sahip olan debbağlık (deri dönüştürme, sepicilik) sanatı da Ruslara geçmiştir (Barthold 2006: 89).


Rusların İdil Bulgarlarından öğrendikleri yalnız bununla kalmamış, aynı zamanda devlet idare etme yöntemlerini de benimsemişlerdir. Ruslarda hakim olan ülüş sistemi, komşu Baltık kavimlerdekinden farklı ve Türkçe olmakla kalmayıp, ‘ulus’ larını İdil Bulgar şivesine göre ‘’volost’’ olarak adlandırmışlar ve bununla bu sistemi nereden aldıklarını belirtmişlerdir (Togan 1981: 357).


11. yüzyılın ilk yarısında Peçenekleri batıya iten Uzların, gömme adetleri ve hekimlik alanında Rusları etki altına aldıkları ileri sürülmüş ise de, aynı konuda daha açık bilgi verecek kaynaklara henüz sahip değiliz. Ama Uzları takip ederek Doğu Avrupa’yı işgal eden Kuman-Kıpçakların kültür düzeylerinin üstünlüğü ve Rusların onları takip ettikleri çeşitli kaynaklardan anlaşılıyor.

Ruslar ile ilk olarak 1054’ de temasa gelen Kuman-Kıpçaklar, hakimiyetini Balkaş Gölü (Kazakistan) ve Talas-Kırgızistan bölgesinden Tuna ağızlarına kadar yaymış ve Rus, Bulgar, Alan, Burtas, Hazar, Ulah ve Mordvaları egemenlik altına almıştır. Buna rağmen, Kuman-Kıpçaklar da Peçenekler gibi tam bir siyasî birlik meydana getirememiş, fakat kavim ve boy birlikleri halinde, zaman zaman ortak hareket edebilmişlerdir. Rus kaynaklarından anlaşıldığına göre, savaş sanatında çok ilerlemiş olan Kuman-Kıpçak tarihinin başlıca konusunu düşmanları ile mücadele oluşturur (Arat 1977b: 714). Aynı mücadelelerin sürekli artması Rusların kaderi üzerinde büyük etkiler yapmıştır. Gerçekten de, Kiev Rusyası’na Kuman-Kıpçakların sürekli akınları, Varegler (Ruslar) ile Slavların bir takım yer değiştirmelere maruz kalarak birbirleri ile karışıp kaynaşmalarına ve bugünkü büyük Rus kitlesinin meydana gelmesine de yol açmıştır (Genç 1983: 275).


Rus bilim insanları tarafından Rus edebiyatının en eski ve en güzel örneği olarak kabul edilen ‘’Slova o Polku Igoreva’’ ‘’Igor Bölüğü Destanı’’ da onların 1185’te Kuman-Kıpçaklar karşısında uğradıkları müthiş hezimetin etkisi ile meydana gelmiştir. Bir nevi kahramanlık destanı olan bu eserin yazarı henüz kesin olarak bilinmemektedir. ‘’Rus edebiyatının hayat görüşüdür’’ diye ifade edilmekte olan bu destan, Kuman-Kıpçakların tarihi, kültürü ve dilinin tesirleri altında meydana gelmiştir (Hayit 1987: 27).


Kuman-Kıpçaklarda destancılık gelişmiştir. Onlar, Sarakan, Bus, Bonyak ve onun oğlu Sevinç ve Konçak ismindeki kahramanlarına ait destanları söylerlerdi. Kuman-Kıpçakların kahramanlık destanlarını Azak’taki Gotlar da öğrenmişlerdir. Ortak ile oğlu Kunçek-Konçak adlı iki hükümdara ait destanlarını Ruslar da öğrenmişlerdir (Togan 1981: 164). Bu yüzden Kuman-Kıpçak düşmanlığına rağmen, aynı destanda ve diğer Rus vekayinamelerinde Kuman-Kıpçak edebî etkisi oluşmuştur. Görülen etkiler yalnız edebî sanatlara özgü kalmamış, Rus savaş kültürü ve maden sanatı alanında da verimli ve çekici olmuştur. Nitekim BARTHOLD gibi otorite bir tarihçi dahi Rusların millî kültür varlığı sayılan ‘’sekme bacak atma dansının’’ Kuman-Kıpçaklara ait olduğunu açıklamaktadır. Araştırmalar bu iddiayı elbette kesinleştirecektir (Caferoğlu 1984: 160).


Türklerin Ruslar üzerindeki kültür tesirleri içinde ‘’Balalayka’’ da vardır. Rusların çok sevdikleri ve dünyada tanınan müzik aletlerinden biri olan Balalayka Türklerin kopuz isimli sazının biraz değiştirilmiş şeklinden başka bir şey değildir (Hayit 1987: 30). KAFESOĞLU’nun belirttiğine göre, Asya Hunlarından beri bütün Türkler arasında en çok tanınmış olduğu anlaşılan bu basit, fakat tatlı sesli saz kopuz~kobuz atalarımızla Rusya’ya değil, aynı zamanda Mısır, Suriye, Balkanlar, Macaristan, eski Çekoslovakya, Polonya, Ukrayna ve Almanya’ya da geçmiş ve oralarda çok sevilen sazlardan biri olmuştur (1988: 258). Rusların ve Balkanlar’ın tarihine ve kültürüne büyük değişmeler getiren Kuman-Kıpçakların, kavimler birliği halinde devam eden siyasî oluşumu 13. yüzyıla gelince Moğol istilasıyla dağılmıştır. Adını verdiği Deşt-i Kıpçak ve çevreleri de üzerinde yaşamakta olan Türk kavimleriyle beraber Türk-Moğol imparatorluğuna ilhak edilmiştir. Türk kökenli Cengiz’in kurduğu Moğol imparatorluğunun Batı kanadını teşkil eden Altın Orda Devleti, kısa sürede Moğol vasfını kaybederek bir Türk Devleti hüviyetine bürünmüştür. Gerçekten de, aynı devlet siyasî teşkilat, dil ve kültür bakımından tam bir bozkır Türk devletiydi. Deşt-i Kıpçak dahil olmak üzere, doğuda İrtiş bölgesinden batıda Karpat Dağlarına kadar olan geniş toprakları kapsayan Altın Orda Devleti’ne Moskova ve Kiev Rusları başta olmak üzere Rusya’daki bütün knezlikler de boyun eğmiştir. Altın Orda Devleti döneminde (1237-1502), Ruslar aynı devlete 240 sene vergi ve haraç ödemek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla aynı hakimiyetin Rus tarihi ve kültürü üzerinde çok yönlü etkilerinin görüldüğü kesindir.


Altın Orda (Ordu) Devleti MS 1242 - 1502

Rusların dağınık knezlikler durumundan çıkarak güçlü bir ulus devlet oluşturma düzeyine yükselmesini Altın Orda Devleti’nin siyasî ve iktisadî hayatı sağlamıştır. Batu Han’ın buraları zaptettiğinde Rus yurdu tam bir siyasî anarşi içinde çalkandığından, iktisadî ve kültür refahının gerekli şartlarından biri olan iç güvenlik mevcut değildi. Altın Orda tarafından oluşturulan güçlü bir disiplin, önce her yerde iç güvenlik ve asayişin yerleşmesine neden oldu; yine bu asayişin kurulmasıyla ilgili olarak, Saray ile Rus knezliklerindeki başkanlar ve darugalar, yahut askerî başbuğlar (tümen, bin ve yüz beğleri) arasında düzenli bir iletişim oluşturma amacıyla, daha Cengiz zamanında kurulan posta usulü, yeni yol sistemi geliştirildi. O zamana kadar bir tek para sistemi olmayan Rus yurdunda, aynı esaslar üzerinde sikke bastırıldı. Rusça dengi ‘’para, tenke’’ tabiri, Türkçe tiyin ‘sincap’ sözünden gelmiştir; gümrükler düzenli bir hale kondu ki, Rusça tamojnya ‘gümrük’ tabiri de Türkçe tamga ‘damga’ sözünden gelmektedir.


Bunun dışında Rus knezlerinin, büyüklerinin ve askerlerinin Saray’a ve hattâ İç Moğolistan’a kadar gitmeleri, birçok Rus büyüklerinin Tatarlar ile sıkı ilişkileri, Rusların yaşayış, giyim tarzlarında olduğu gibi, düşünüş ve görüşlerinde de Tatar etkileri altında kalmalarına sebep olmuştur. Aynı şekilde Altın Orda’da uygulanan güçlü bir merkeziyetçi devlet rejiminin ve han otoritesinin, dolayısıyla Rus knezlerine bir örnek oluşturduğuna şüphe yoktur ki Rusya günümüze kadar hep otoriter rejimlerle yönetilmiş ve yönetilmektedir.


Gerçekten, TOGAN’ın belittiği gibi, Altın Orda idaresinde kalmaları, Ruslara istikrarlı bir siyasî bir yönetim sistemini sağladı. Ivan KALITA (1328-1340) aynı merkeziyetçi devlet eğilimine uyarak ufak ve dağınık knezlikleri büyük knezlik merkezi olan Moskova etrafında birleştirmek ülküsünü gerçekleştirdi ve ‘Rusların ilk birleştiricisi’ unvanını aldı (Togan 1981: 370). Rus tarihçilerin fikirlerine göre, Moskova knezliği devlet idare hayatı meselesinde Altın Orda Devleti’nden çok örnekler almıştır. Moskava knezleri Rus Çarları, I. Peter’e kadar diplomatik faaliyetlerinde ve elçilik merasimlerinde Altın Orda diplomasisinin bütün özelliklerini aynen uygulamışlardır. Rus knezleri ve boyarlarının elbiseleri Türk prenslerinin (tigin-tekin) elbiselerinden farklı değildir. Moskova knezliği bağımsız olduktan sonra da siyasî hayatında Türk etkileri devam etmiştir. Örneğin, 17. Yüzyılda Rusya’da bulunan 915 prens ve boyarların 156’sı Türk Tatarlarından ibarettiler (Hayit 1987: 28). Kazan’ın (Tataristan başkenti) 1552’de Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra bile, Rus asilzadeleri için Tatarlarla akraba olmak, Tatar kanı taşımak büyük bir onur ve övünme kaynağıydı. Rusların 1547’de en büyük hükümdar unvanı olarak kullanmaya başladığı ‘’Çar’’ ‘’Büyük Han’’ ünvanının, Hunlar zamanından beri Türkler arasında kullanılan ‘’Çur~Çor’’ unvanına dayandığı bunun en güzel örneklerindendir (Çor Apa, Köl İç Çor Yazıtı, Bayan Çor, Beg Çor, Bengü Çor, İşbara Tamgan Çor gibi Göktürk ve Talas dönemi yazıtlarında pek çok örneğini görmek mümkündür). Zikredilmesi gerekli olan bir nokta daha var ki, daha Hazar Devleti zamanında Hakan başta olmak üzere, bazı Türkçe ünvan adları ve diğer birçok kelimeler Rus diline girmiştir. Böyle bir durumun Peçenekler zamanında da devam etmesi doğaldır. Bu sahada araştırma yapmış olan büyük Türk dilcisi CAFEROĞLU Boyla-Buyla, Tudun, Bayan, Suçi, Uçan, San gibi deyimlerin, aynı sıralarda İdil Bulgarcasından Rus diline geçen kelimeler olduğunu belirtmektedirler (1984: 100). Bunlardan ‘reis, başkan’ anlamında düşünülen Boyla~Buyla unvanı Rus kültür tarihinde büyük değer kazanmıs ve Boyar~Boyarin şeklinde Rus aristokratlar grubuna mahsus bir terim haline gelmiştir (Boyla veya Buyla Maddesi, 1955: 499).


Igor Bölüğü Destanı Türk dilinin Rus dili üzerindeki etkisini gösteren ilk eserdir. Anlaşıldığına göre, destanda yerleşmiş Türkçe kelimelerin sayısı, oldukça büyük bir sözlük oluşturacak mahiyettedir. Dolayısıyla daha 18. yüzyılda Rus bilim insanları adı geçen destandaki Türk kökenli kelimeler üzerinde araştırmalar başlatmıştır. Daha sonra BREZIN, GRIGOREV, MENGES, KAZIMBEK, MELIORANSKIY, KORŞ, KONONOV, BASKAKOV, SETAROV ve YUNALEYIVA gibi bilim insanları bu konuda araştırmalar yapmıştır. Özellikle BASKAKOV’un 1985’te yayınlandığı Igor Destanı’nda Türk Leksikası adlı kitabı büyük öneme sahiptir. Türk dilinin Rus dili üzerindeki etkileri yalnız bu destanda değil, aynı zamanda Rusyada 13.-15. yüzyıllarda meydana getirilen 11 adet destan ve hikayede de görünmektedir (Hayit 1987: 29). Moğol istilasıyla Türk dili geniş bir yayılma ve büyük bir gelişme gösterdiği için,destanlarda da görüldüğü gibi, Altın Orda döneminde Rus dilinde yerleşen Türkçe alıntılar geçen devirlere göre daha çoğalmış ve Rus dili sözlük haznesinin zenginleşmesini sağlamıştır. Kırgız Türk yazarı AYTMATOV’a göre, “Rusçanın üçte biri Türkçeden gelen kelimelerden oluşuyor’’. HAYİT’in belirttiği gibi, meselenin önemli yönü, Rus dilindeki Türkçe kelimelerin sayıyla ifadesi değil, Rus kültürünün en önemli kavramlarının ancak Türkçe sözlerle ifade edilmekte olduğudur. Bu konuya elbette semantik (anlambilimsel) açıdan bakmak gerekir. Nitekim Rus diline girmiş Türk kökenli kelimeler Rusya’da ve eski Sovyetler Birliği’nde çok ilgi çekici bir konu olmuştur. Eski Sovyetler Birliği’nde Sovyetskaya Tyurkologiya Dergisi ve bazı diğer dergiler bu konu ile ilgilendiği gibi, aynı devlette 1970’e kadar, üç defa Doğu ve Batı Slav Dillerindeki Türkçe Menşeli Kelimeler konusunda sempozyumlar düzenlenmiştir (Hayit 1987: 29-30).


Rus diline yerleşen Türk kökenli sözler çağdaş sözlüklerde de geçer. 1954’te Pekin’de yayınlanan Uygurca-Çinçe-Rusça Lugat’ta, 1955’te Almaata’da yayınlanan Rusça-Uygurca Lugat’ta ve 1990’da Pekin’de yayınlanan Kratkiy Russka-Kitayskiyi Kitayska-Ruskiy Slovar’da da 120’den fazla Türkçe söze rastlıyoruz. Aşağıda bunlardan bazı örnekleri göstermek istiyorum:


1-Hukuk, Adliye, Savaş ve Bilgiye Ait Sözler

Han ‘han’; hanj ‘kukla prens’; bek ‘bey, knez-kün-küneş’; bekstva ‘beylik’; orda ‘orda, saray’; sud ‘yargı’; kara ‘ceza’; kurgan ‘kurgan’; ura ‘hurra, urmak, hücum etmek’; karaul ‘karakol’; yesaul ‘hassa ordusu’, ataka ‘atak, hücum etmek’; tavariş ‘yoldaş’; yazik ‘dil’, karandaş ‘kara kalem’; san ‘san-unvan’, vs.

2-İktisat ile İlgili Sözler

Tamojna ‘gümrük, tamga veya damga’ sözünden türemiştir. Karvan ‘ticaret heyeti’; bay ‘zengin adam’; bogaç ‘zengin adam’; dengi ‘dengi-tenge-para’, kopeyka ‘para birimi’ Çağatay Türkçesi’ndeki Kebek’ten gelir; tovar ‘ticaret malları’, çaban ‘çoban’, torgi ‘aksiyon’, vs.

3-Giyim ve Kuşama Ait Sözler

Kalpak ‘kalpak’; ştan ‘pantalon’; sandal ‘sandal’; başmak ‘ayakkabı’; soruk~soruçka ‘gömlek’; serga ‘küpe’; latka ‘bez’; mata ‘matah’; kuşak ‘kuşak’; yarlik ‘börk, marka’; yepança ‘eski ceket’, ton ‘giysi-don-ceket’, çekmen ‘çekmen’; jaket ‘ceket, pelerin’; tapan ‘taban, kabluk’; tesma ‘tasma, kuşak’; zigzag ‘eğri hatlar’, usma ‘osma, süsleme boyası’; surguç ‘laka’, borod ‘bıyık’, vs.

4-Evler, Ev Eşyaları ve Diğer Aletler ile İlgili Sözler

Yurta ‘çadır, yurt sözüne dayanır’ ; çayhana ‘çayhane’, kaznak ‘ambar’; şater ‘çadır’; oçag ‘ocak’; barak ‘baran, bark, ağaç ev’, utyug ‘ütü’; sunduk ‘sandik’; çemodan ‘çemadan, bavul’, samawar ‘semawer’; balaman ‘balaman’; çaynik ‘çaydanlık’; kubok ‘kab, küp’; sofa ‘uzun divan’, ştik ‘keskin bıçak’; arkan ‘halat’, balda ‘balta, çekiç’; ketmen ‘ketmen’; burav ‘burgu, matkap, tornavida’; arba ‘araba’, igla ‘iğne, ilğa’; viyuk ‘yük, bagaj’; baraban ‘davul’; kanat ‘halat, ulama’; kapkan ‘kapan’, talk ‘beyaz kavut’; tara ‘sarılmış eşyalar’; serge ‘sırık, direk’ vs.

5-Sıfat Sözleri

Yarkiy ‘yaruk, aydın, açık, bariz’; tuman ‘duman’; aliy ‘al, kırmızı’; bogatir ‘batur, bahadır, kahraman’; yauz ‘yavuz,cengaver’; azart ‘cesaretlenmek’; alç ‘açgözlü, yiyici’; çubariy ‘çapar, at rengi’, kariy ‘kara, doru, siyah renkli at’; kolkiy ‘gülünç’; merzkiy ‘kabih, iğrençlik’; zorkiy ‘keskin, bıçak’; tuskliy ‘ışık geçmez, kapalı’; kuterme ‘gürültü’; basmaç ‘basmacı’; koçevoy ‘göçebe, göçeri’; dim-dimka ‘boğucu sıcak, sis’; vs.

6. Yiyecek ve İçecek Şeyler, Yer, Bitki ve Sulara Ait Sözler

Şaşlık ‘şiş kebap’; plov ‘pilav’; baklajan ‘patlican’; injir ‘’incir’; izyum ‘üzüm, kuru üzüm’; uryuk ‘erik’; abruz ‘karpuz’; şeftala ‘şeftali kakı’; fistaşka ‘çam fıstığı’; çınara ‘çınar’; ayran ‘ayran’;çigit ‘çiğit’; yaçeman ‘buğday’; karagaç ‘kara ağaç’; kendir ‘kendir’; julgun ‘yulgun-ılgın bitkisi’; kamiş ‘kamış’; vada ‘su, vadi’; buza ‘boza’; çay ‘çay’; bagça ‘bahçe-bağ-tarla’; aul ‘köy, kışlak’; kayma ‘kenar, kıyı’; arik ‘ark, kanal’; vs.

7-Hayvan ve Diğer Canlı Adları

Bars ‘pars, kaplan’; kaban ‘yaban domuzu’; maral ‘geyik’; argamak ‘argamak, at’; loşad ‘at’; loşak ‘eşek’; işak ‘eşek’; kulan ‘kulan’; koza ‘koyun, keçi’; barsuk ‘porsuk- borsuk’; bika ‘boğa’, djeyran ‘ceylan’; ular ‘ulay’; kukuşka ‘kuku’; balk ‘balık’; kalkan ‘kalkan’; koşka ‘dişi kedi, koçkar’; çerepaha ‘kaplumbağa’; paha ‘bağa’; tarakan ‘kırkayak-çokbacaklı’; sazan ‘toprak solucanı’; berkut ‘kartal, mürküt, bürküt’; sarança ‘çekirge’, vs.


Bununla beraber, Ruslarda epeyce yaygın olarak görülen pek çok soyadların Türkçe ile ilgili olduğunu iyi biliyoruz. Karahan, Korkmazov, Hanikov, Turgenyev, Kutuzov, Kozlov, Uşakov, Bikov, Kurşakov-Korsakov, Çemedanov, Sergey (Serge-Sergen), Çekmenov, Baskakov, Çapayev, Bulatov, Tuhaçevskiy, Buharin, Yanayev, Butin ve Aksakov gibi soyadlar bu cümledendir. Bu hususta önemli araştırmaları yapan dilbilimcilerin başında gelen BASKAKOV, Altın Orda Devleti döneminden bugüne kadar Ruslar arasında üç yüze kadar Türk kökenli soyadlarının kullanıldığını bildirmektedir (1997: 8- 11). Türk dilinin Rus dili üzerindeki en büyük etkilerinden biri ‘’Kazak’’ ismidir. Anlaşıldığı gibi, Kazak tabiri ‘’hür, serbest adam, mert, cesur, yiğit’’, ‘’kendi devletini terk eden isyancılar’’, ‘’beğendiği tarafa giden adamlar’’ anlamına gelir. 15. ve 16. yüzyıllarda serbest yaşamak umuduyla, Moskova merkezi hükümetine ve Rus feodallerine karşı isyan ederek, Don, Yayık (Ural), İdil (Volga), Terek ve Dnyeper nehirleri çevresine göç eden ve göçebe veya yerleşik bir hayat süren bir kısım Ruslar tarihte Kazak (Rusça Kozak) ismiyle tanındılar. Aynı Kazak kelimesi de Türklerin Kazak kavminin ismidir. Bu Kazaklar yavaş yavaş teşkilatlanıp önemli bir askerî kuvvet oldular ve teşkilatlarının terimlerinden çoğu Türkçe idi. Örneğin, Kazakların başbuğlarına ‘’Ataman’’ adı verilirdi. Bu ad bugüne kadar ‘’Hetman, Getman’’ gibi çeşitli biçimlerde muhafaza edilmiştir. İnzibat subayları ‘’Yasavul’’ adı ile anılırdı. Yine araba, küren, ulan gibi sözcükler de askerî terimler arasında görülmüştür (Kazak Maddesi, 1980: 438-439). Kazak adı aynı anlamda yine Rus-Slav diline de geçmiştir ve bilhassa sınır boylarında bekçilik vazifesi gören bir nevi imtiyazlı askerî koloni mensuplarına âlem olmuştur (Arat 1977a: 499). Türk kültürün etkileri Rus yer adlarında da görülmüştür. Rus dilbilimcilerinden BASKAKOV Rusya’daki birçok yer adlarının Türk menşeli olduğunu bildirmektedir. BASKAKOV, aynı konu ile ilgili olan ‘‘Moskova’da Türkçe Menşeli Cadde İsimleri’’ adlı makalesinde şöyle yazmıştır: “Bu makalede Moskova cadde isimlerinin doğu dillerine dayandığını, yani Türk, Moğol, Arap ve Fars menşeli olduğunu göstermek amaçlanmıştır. Bu çeşit cadde isimlerinin birçoğu Rus diline yine Türk dilinin aracılığıyla girmiştir.’’ Görüldüğü gibi, bu çeşit isimler millet adı, coğrafî isimler ve soyadlarına dayanmaktadır. BASKAKOV, buna örnek olarak Tatar Caddesi, Türkmen Caddesi, Bayar Caddesi, İzumrud Caddesi, Arbat Caddesi, Ordinka, Balkanskaya, Balkayskaya, Yauzskaya, Izmaylov, Turgenyev, Kozlov, Çapayev gibi yer adlarını göstermiştir (1979: 20-29).


Yukarıda görüldüğü gibi, Türkçeden Rusçaya geçen sözlükler ve dil özellikleri hayret edilecek derecede çeşitli ve anlam bakımından derin olmakla, Türklerin Ruslar üzerindeki kültür etkilerinin en çok dil sahasında görüldüğünü kanıtlamaktadır. Böyle olmasına rağmen, aynı konu bugüne kadar gramer, fonetik ve deyim varlığı bakımından yeterince araştırılmamıştır. Rusların gelenek, örf ve adetlerinin de Türk kültürünün etkisi altında kaldığını biliyoruz. Kadınlara saygı göstermek, üç, yedi, dokuz sayılarını kutsal olarak tanımak, ata önem vermek, sağ tarafın muteber sayılması, ekmek ve tuzu kutsal şey olarak tanımak, bıyık bırakmak, beline hançer (kılıç) veya bıçak takmak gibi yaşam tarzlarının Türklerden geçtiği bellidir. Rus dilbilimcisi RADLOFF da Rus tüccarların yanlarında Altay bıçaklarını taşımayı arzu ve tercih ettiklerini belirtmiştir (Ögel 1991: 163).


Yine Rus mimarî sanatına Türk mimarisi tesirinin büyük olduğu görülür. Kremlin ve diğer Rus devlet binalarının tepelerinde kubbe şekilli yapılar Türk otağ (yurt) ve otağ tepelerinin, Timur ve Selçuklu dönemleri kubbesel mimari özelliğinden esinlenilerek yapılmıştır.


(Timur dönemi mimarisi...)

(Selçuklu dönemi mimarisi...)


Aynı etki Rus duvar tarzlarında açıkça görülmektedir. Osmanlılar tarafından Rus çariçesi KATHERİNA’ya hediye edilen ‘Sultan II’ isimli atın, Rus cinsi olan ‘Orlov-Rostopchin’ türünün oluşmasını sağlamış olduğu, Rus at ırkları kökeninde Türk hayvancılığının ne derecede etkili olduğunu göstermektedir. Türkler yine diğer şark milletleri kültürünün Ruslara geçmesinde de bir geçit rolü oynamıştır. Örneğin, 12. Yüzyılın sonlarından başlayarak Rusçaya Türkçenin sayesinde birçok doğu dilinden çok sayıda kelimenin geçmiş olduğu görülür (Yenisoy 1998: 7). Rusların Türk kültürünün etkileri altında yaşadıkları tarihleri 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Ruslar, Türk kültürünü kendi istekleriyle benimsemiş ve kabul etmiştir. Bu yüzden aynı kültür Rus toplumunun kalkınmasında ve Rus kültürünün gelişmesinde çok önemli bir araç olmuştur.


19. yüzyılda Rusya Orta Asya’yı zapt ettikten sonra, Osmanlılar’ın dışındaki, Türklerin hayatında Rus baskısı ve kültürünün etkisi görülmeye başlamıştır. Fakat bu etki farklı özelliktedir ve Rus imparatorluğunun ve sonrasındaki Sovyet rejiminin büyük Rusçuluğu hedef yapan, insancıl olmayan sömürgecilik politikasının ürünüdür. Bu akım, Rusların Türkleri Ruslaştırmak ve Hristiyanlığa sokmak amacıyla sürdürdüğü kültür asimilasyon hegemonyasıdır ve Rus kültürünün Türklere zorlama yoluyla yüklenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Sözde kültür etkisi zannedilen bu çeşit kültür ve dil baskısını hedef yapan Ruslar Türklerin siyasî hayat, ideoloji ve kültür bakımından çalkanmasına ve zayıflamasına sebep olmuştur.


Ümit ederim ki geçmişi bin yıllara dayanan bu köklü ilişkiler insani ve paylaşımcı temeller üzerinde geliştirilip, tarihten dersler çıkarılarak rayına oturtulur ve gelecek nesillerimize miras bırakılır.


Kaynaklar :

ARAT, R. R. (1977a). “Kazakistan” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, 6, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul: 494a-505b.

ARAT, R. R. (1977b). “Kıpçak” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, 6, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul: 713a-716b.

BARTHOLD, W. (2006). Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara: Çağlar Yayınevi.

BASKAKOV, N. A. (1978). “Zur Etymologie einiger Turkismen in der russischen Sprache”, Ural-altaische Jahrbücher, 50: 12-16.

BASKAKOV, N. A. (1979). “Tyurkizmı v Nazvaniyax Moskovskix Ulıts”, Sovyetskaya Tyurkologiya, 2: 20-29.

BASKAKOV, N. A. (1997). Türk Kökenli Rus Soyadları, Ankara: Türk Dili Kurumu Yayınları.

Boyla veya Buyla Maddesi (1955). Türk Ansiklopedisi, 7, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul: 498a-499a.

CAFEROĞLU, A. (1984). Türk Dili Tarihi, İstanbul: Enderun Kitabevi.

GENÇ, R. (1983). “Türk Tarihi” Maddesi, Türk Ansiklopedisi, 32, Milli Eğitim Basımevi, Ankara: 269a-295b.

GÜRÜN, K. n(1981). Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara: Bilgi Yayınevi.

HAYİT, B. (1987). Sovyetler Birliği’ndeki Türklüğün ve İslâm’ın Bazı Meseleleri, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

TOGAN, A. Z. V. (1981). Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul: Enderun Kitabevi.

TOGAN, Z. V. (1948). “Hazarlar” Maddesi, İslam Ansiklopedisi, 5/1, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul: 397a-408b.

YENİSOY, H. S. (1998). Tarih Boyunca Slav-Türk Dil İlişkileri: Türkçede ve Öteki Türk Lehçelerinde Slav Leksik Unsurları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

ÖGEL, B. (1971), Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, I, İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.

ÖGEL, B. (1991). İslâmiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi (Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.

SHIMIN, G; T. AYUP (1980). Kedimki Uygurların Tarihiy Dastani: Oğuzname, Beijing: Milletler Neşriyatı.

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page