top of page

TÜRK, ULUS ve IRK üzerine...

Güncelleme tarihi: 16 Mar 2023

Şu güzelim ve derin ''Türk'' kavramı üzerinde biraz durmak istiyorum. Bu kavram bütün tarihsel derinlik ve anlamına rağmen ne kadar da yok sayılamaya, bağlamından koparılmaya çalışılmış ve çarpıtılmış. Adeta kaçınılması gereken bir kavram haline getirilmiş, üstelik kendi insanımız eliyle...yazık...


Kimisi almış ırk yapmış, ırkçı, politik ve şoven bir anlayışa kurban etmiş; kimisi güzelim ''Türk Dili'' üzerinden yürümüş, ''anlam ifade etmekte yetersizdir'' demiş, ancak bunu derken bile ''Türkçe'' kullanmakta olduğunun ayırdında bile olamamış; kimisi ''Anayasa'dan Türk kavramını çıkarmayı düşünmeliyiz'' gibi bir yaklaşım benimsemeye kalkmış...


Üstelik, bu yalnızca ''Türk'' kavramı üzerinde de yapılmamış, ''İslam'' inancı üzerinde de yapılmış ve yapılıyor. Bu tür üst kimlik ve inanç olgularının gerçek bağlam ve anlamlarından koparılarak siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanılmaları onlara yapılmış ve yapılmakta olan en büyük haksızlık, bana göre. Bu tür siyasi ve dogmatik yaklaşımlar ise insanımızı ve özellikle genç kuşakları bu kavramlardan soğutuyor ve uzaklaştırıyor ne yazık ki...


Oysa ki, tarihin derinliklerine biraz inip, konuyu kültür, dil sürekliliği ve etkileşimleri kapsamında incelersek gerçeğe biraz daha yaklaşabiliriz...


Türk Töresi ve Devlet olma bilinci, binlerce yılın gerek bozkır göçer gerekse yerleşik halklarının bir arada yaşama, boy, budun ve devlet olma bilgi ve yaşanmışlıklarından damıtılarak süzülmüş deneyimlerinin bir bütünü olmuştur. Cengiz Han Yasaları da bu deneyim ve etkinin bir sonucudur. Çağımızda da tüm dünya devletleri bilerek ya da bilmeyerek bu deneyimden faydalanmaktadır.

Orhun Nehri’nin hayat verdiği topraklar bir zamanlar devrinin en güçlü devletinin kurulduğu yerdi. O devlet ki güçlü asker ulus vasfı ve kurultay-istişare ile yönetme ve yürütme geleneği nedeniyle kendisinden sonra gelecek akraba halkların devlet modelini oluşturmuştu. Başındaki yönetici-kağanlar güçlü devleti aslında güçlü ulusun oluşturduğunu biliyorlardı. Bu yüzden ulus ile birlikte yürümeyi, onun sesine kulak vermeyi, eksik ve yanlış gördüklerini ulus ile paylaşmayı, ulustan hiçbir şey saklamamayı önemli görev saymışlardı. Bugün daha iyi anlıyoruz ki Orhun Yazıtları bu liderlik anlayışının ve model devletin anıtları olup hem geleceğe hem de geçmişe ışık tutmaktadır. Ulusuna hesap veren, zaferleri kadar hatalarını da görüp kabul eden ve musibetten ders çıkaran liderlerin ve onların atalarının yadigarlarıdır.


Türklerin İslam dinini kabul etmesinden önce yazılan Orhun Yazıtları, içerik olarak Türk Tarihi ve Kültürü bakımından çok önemlidir. Yazıtlarda; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman yönetim düzeneğinin iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün ulus ve Türk birliğini zedeleyip, kişiliğini kaybettirdiği, konuşma sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir. Türk milletinin en zor şartlarda bile içinden kuvvetli kişilikler çıkıp, ülkeyi kurtarıp, devleti yeniden kurup, güçlendirdiği anlatılan yazıtlarda; devlet deneyimi yanında Türklük anlayışı, Bağımsızlık olgularına da yer verilmiştir. Ayrıca bu yazıtlar, yönetici-kağanların ulusa hesap vermesidir. Buradaki yönetici-lider profili tamamen ''ulusa hizmet'' anlayışıyla donanmış doğal liderlik modelini ortaya koymakta...


İşte Türk insanının tarihin değişik dönemlerinden bazı öz kültür ifadeleri...


’'Birlik olun, Bir olun ki, Dirliğiniz bozulmasın’’

Bilge Tonyukuk (646-726, Moğolistan)


''Din seçim Türklük kaderdir''

Ahmet Yesevi (1093-1176, Kazakistan)


''Türklük herhangi bir dinle sınırlı ve özdeş değildir''

Güngör Dilmen (1930-2012, Türkiye) - Efsanevi tiyatro sanatçımız Yıldız Kenter'in dünyanın dört bir yanında ingilizce oynadığı Güngör Dilmen'e ait ''Ben Anadolu'' adlı tiyatro eserine yönelik islamcı kesimin yönelttiği eleştirilere yanıtı (1984)...


Bugün ne yapıyoruz ??... Ulusun üzerindeki karabasan anlayıştan kurtulmak için birlik olabiliyor muyuz ? Sözüm ona ''Lider'' dediğimiz kişiler geçişi sağlayacak ''Aday'' için bile kargaşa çıkarıyor...Halbuki ''Aday'' dan ziyade ''uzlaşı'' ve ''birlik'' daha önemli değil mi ? ''Seçilecek Aday'' değil, ''Seçecek Ulus'' tur önemli olan ve Türk halkında, kültürümüzde bu refleks vardır. ''Bırak zaman kaybetmeyi, masayı devirmeyi, uzlaş vatansever, dürüst bir aday üzerinde ve yürü...''!!


Araya biraz siyaset kattıktan sonra ana konumuza dönelim...


Peki ‘’Türk’’ kelimesi ne anlatmaktadır ?...

Güneyde Himalaya Dağları, Pamir ve Tanrı Dağları kuzeyde Kuzey Buz Denizi-Sibirya, doğuda Kore Denizi, batıda Balkanlar, Macaristan ve Alp Dağları’na kadar uzanan coğrafya ile Asya ve Avrupa kıtalarının yani Avrasya olarak adlandırdığımız karanın milyonlarca kilometre karelik topraklarında, son buzul çağının sona erdiği en az 12 bin yıl zaman derinliğinde yaşamış insanlar, meydana getirdikleri yazılı eserlerde kendilerini ‘’Türk’’ olarak adlandırmışlar ve ortak dil olarak da kadim Türkçeyi kullanmışlardır. Bu insanlar neden kendilerine ‘’Türk’’ ya da ''Türük'' demişlerdir? Türk kelimesi ne anlama gelmektedir? Bunu, eski Türkçe yazıtlar olan ve edebi bir dille yazılan Orhun Yazıtları’ndan öğreniyoruz.


Yani bir başka deyişle, ''en az 12.000 yıl öncesinden Orhun Yazıtları'ndaki ''Türk'' kelimesinin ortaya çıktığı zamana değin (MS 700'ler ) ve sonraki dönemleri de içeren bir kültür-dil sürekliliği...


Bu yazıtta ''Türk'' ya da ''Türük'' olarak okunan kelimeler ‘’yaradanına ve töresine inanan’’ anlamında kullanılmıştır. Fin Uygur Derneği Coğrafya Cemiyeti’nin 1890 yılında yayınladığı, Orhun Yazıtları’nın ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun olan “Fin Atlası” kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda “Ökük Türük” yani “Rabbani Türük “, “Tanrı Türü” denilmektedir.


Şaman-Kam davulu üzerindeki geyik ve dağ keçisi betimlemeleri; Şaman Türklerde kutsal ve egemenlik sembolü iki hayvan

Türklerin Orhun Yazıtları’ndan önceki binlerce yıllık tarihinde, Asya’nın milyonlarca kilometre kare topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine verdikleri ad; “töreye uyan” “yaratanını bilir”, “Tanrısal tür”, “Tanrı’dan gelen”, “Yaratanına bağlı” anlamlarında “Ökük” dür. “Ökük Türük” deki “Ök” (Tanrı, Yaratan) Türkçe’ deki ses uyumundan dolayı “Ük” olmuş ve kelime böylece “Türük” olarak okunmuş, günümüze de ‘’Türk’’ olarak gelmiştir.


‘’Ök’’ Tamgası Dağ Keçisi-Teke’nin stilize edilmiş halidir. Bu aynı zamanda Orhun abc'sinde ''K'' ile biten hece ve sesi anlatır. Kadim Türk inanışında Dağ Keçisi kutsaldır. Tanrı’ ya, gökyüzüne, kutsal dağlara çıkar. Şamanizm'de Tengri-Tanrı kültü Gökyüzü'nü sembolize eder.


“Ök’’ ekinin günümüzdeki kullanımına, “Öksüz ve Ökkeş “ gibi ''Ök'' eki ile başlayan kelime ve isimlerde rastlayabiliriz. ‘’Yaratan’’ anlamında kullanılan “Ök’’ eki ile Öksüz, ‘’yaratanını yitirmiş, yetim’’ anlamında, Ökkeş ise ‘’yaratanına bağlı’’ anlamında kullanılmaktadır.


Değerli bilim insanımız (Türkolog-Dil bilimci) rahmetli Kazım Mirşan' a göre ''Türük'' - başta dil yapısı olmak üzere, kültür ve medeniyet (Oğuş) alanlarında “ortak değerler - Töre” sergileyen bir Uluş’a verilen isimdir. Atalar, Ateş-Ocak, Dağ, Kök Tengri (Tek Tanrı - Gök) kültleri, Evren, Doğa ve kutsal Yer-Su (eski Türkçe Yir-Sub) kurallarına, dönüşüme (ozlaşmaya) saygı ve sevgi duyan Tanrı’dan ''Ok'' olarak gelen ve dönen insan ve insanlar topluluğudur. (Ok kavramı Mirşan'a göre ''Quantum'' dur...). Bu konunun detaylarına şimdilik girmiyoruz...


Yani günümüzden binlerce yıl önce ve sonrasında ''Türk'' kelimesi, o bölgeye ve tüm dünyaya yayılmış, yaradana ve töreye inanan, doğa sever, evren ve doğadaki döngünün (ozlaşmanın) farkında olan, hakyemez, duruş sahibi, yiğit, dürüst insanları tanımlamak amacıyla kullanılmış, hiçbir zaman bir ırkı tanımlamak için kullanılmamıştır. Dünyanın dört bir tarafına yapılan göçler neticesinde ırklar, insanlar, genler, kültürler karışmış ve bunlardan özgün kültür ve diller doğmuştur, ancak dip kültür varlığını bir şekilde devam ettirmiştir.


Bu büyük göçlerin neticesinde ise ortak kültürlerinde mevcudiyetlerini devam ettiren ana unsurun adı hep ‘’Türk’’ olarak tarih boyu yaşamıştır. Bu dip kültür, zaman içinde karışmış olduğu diğer yerel ve bölgesel kültürlerle de etkileşmiş, onların da temelinde yer almıştır. Bu büyük göçlerin neticesinde sonradan ortaya çıkan farklı dinleri benimsemelerine rağmen kadim töre ve inançlarında asimile olmayarak Tengri ’sine ve Töre ’sine inanan grupların adı hep Türk (Ökük-Türük) olarak kalmıştır.


Ulus ve ülkü birliği etmiş insanlar zorluklar karşısında her zaman dayanışma içinde olmuş, parçalanmadan kalabilmişlerdir. Gerçekten de hepimizin bildiği gibi, kültürümüzde zor zamanlarda bu refleks bir şekilde ortaya çıkar.


Son olarak ta şu ''Irk'' diye adlandırılan kavrama bakıp, bağlayalım...


İst.Üniv. Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü mezunu ve arkeo-genetik Bilimi uzmanlarımızdan Ezgi Altınışık’ın konu ile ilgili açıklamaları oldukça ilgi çekici bence :


Antik DNA yani arkeolojik kazılarda yaklaşık 1 milyon yıl öncesine kadar bulunan insan kemiklerinden elde edilen DNA örnekleri incelenebiliyor. Nükleer DNA, hücre çekirdeği içindeki DNA’nın araştırılması yöntemi. Mitokondrilerde ise ayrıca bir DNA bulunuyor ki evrimin izi bu şekilde sürülüyor.


Mitokondrilerdeki DNA ‘lar daha fazladır. Çünkü bir hücrede binlerce mitokondri bulabilirsiniz ancak her hücrede sadece bir tane çekirdek vardır.


Mitokondri haplogrupları belirlenir.


Mitokondriler dünyada belirli bir dağılım gösterir. İnsan’ın Afrika’dan ilk çıkışından sonra, bu çeşitlenmeye ve yayılmaya başlar…Böylece farklı mitokondri grupları yani ‘’haplogruplar’’ oluşur.


Yeni bilimsel biyolojik ve genetik gelişmeler ışığında ‘’Irk’’ kavramının olmadığı ortaya konmuştur. Yani ‘’Irk’’ kavramı tamamen ''sosyo-politik'' bir kavram olup bilimsel biyolojik bir altyapısı yoktur.


Genetik biliminin 1700’lü yıllarının ilk dönemlerinde araştırmacı ve taksonomistlerin elinde genetik veriler olmadığı için insanı çeşitli ‘’ırk’’ lara ayırmayı tercih etmişlerdir. İnsan tiplemeleri ve morfolojiye bakıp coğrafi ‘’ırk’’ grupları oluşturmuşlardır. Homo Sapiens’in bu şekilde tasnif edilmesi büyük bir yanlışlık ve kendini bilmezlik olmuş, böylelikle ‘’Batı’’ nın ‘’sömürgeci’’ faaliyetlerine de meşruluk kazandırılıp, zemin hazırlanmıştır.


Günümüzdeki popülasyon biyologları bu sınıflandırmayı yapmazlar; bunun yerine ‘’ırk’’ tan bağımsız olarak biyolojik çeşitliliği tasnif edebilecek başka bilimsel temelli kavramlar oluşturmuşlardır.


Biyolojik çeşitlenme ve akraba olmayan insanların karışması yani melezleşme, insanlığın gelişimi için her zaman çok daha iyi ve sağlıklı sonuçlar vermiştir. Dolayısıyla ''aşırı milliyetçi'' dürtüleri biraz gözden geçirmemizde yarar görürüm...:)


Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere ‘’Türk’’ ismi ve kavramı ırk, inanış ve etnisite üstü bir olgu ve kültürdür. Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği ‘’Ne Mutlu Türk’üm Diyene’’ vizyonu ile ulusumuza hatırlatmıştır.



Not : ''Kitap'' sekmesinin özellikle ‘’Giriş’’ ve ''Moğolistan'' bölümleri ile birlikte diğer tüm bölümlerde konunun detaylarını bulabilirsiniz...


Kaynaklar :

Ön-Türklerin İnsan, Doğa, Evren ve Uygarlık Anlayışları - Kazım Mirşan / Necdet Sümer

31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page