top of page

TÜRK TARİH TEZİ ve FULBRİGHT

Güncelleme tarihi: 28 Mar


ATATÜRK TÜRK TARİH TEZİ'NİN NEDEN OLUŞTURULMASINI İSTEDİ (1919-1938) ?


Batılıların daha doğrusu Yahudi ve Hıristiyanların özellikle yönetici kesimlerinin (bu inanç sistemlerine gönül vermiş, dogma ve hurafeleri benimsemeyen, bilim ve demokrasi doğrultusunda düşünen tüm güzel insanları tenzih ediyorum) 1281 – 2016 yılları arasında Türkleri dünya üzerinden kaldırma planlarını, Eski Romanya Büyükelçisi Trandafir G. Djuvara (1856-1935)* ‘’Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje'' adlı 384 sayfalık kitabında haritalarıyla detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

1281 tarihinden 1768 tarihine kadar Türkleri yok etmek üzere din oluşumlu yapılan saldırılardan (haçlı seferleri) hiçbir sonuç alamadılar.


Bunun üzerine kilise önderliğinde topluca ırk, din, dil, tarih vs. üzerinden saldırıya geçme kararı aldılar.


1800 ile 1876 yılları arasında Orta Doğu Sümer ve Anadolu coğrafyaları üzerinde yapılan kazılardan tarih ve kültür fışkırıyordu; kazılardan patlayarak çıkan bulgular, Turani (Türkistan) halklarının (Sümer, Kalde, Elam, Etrüsk, Akad, Asur,  Babil, Hatti-Hitit-Hurri.....) getirmiş olduğu kültür, inanç, dil ögeleri gibi bilgilerle kurulmuş uygarlıklar olduğunu gösteriyordu.

Hocaların hocası (?) Erken Hristiyanlık tarihi ve siyasi teoriler üzerine etkili çalışmaları bulunan Fransız tarihçi ve filolog Ernest Renan (1823-1892) 1873 de şöyle diyordu; “Bu topraklar altından çıkan uygarlıkları Türkler, Turani halklar nasıl yapmış olabilir. Eğer bu kanıtlanırsa facia olur’’. 


Bu anormal düşünce ile Türklerin, Turani halkların oluşturmuş oldukları tüm uygarlıkların Ernest Renan ve diğerlerinin baskısıyla dünyaya duyurulması engellendi.

İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone (1809-1898), dört kez başbakanlık yapmış, Britanyalı bir politikacıydı. Osmanlı Devleti'ni yıkma planları yapan Gladstone; 

”Türkler kötüdür yeryüzünden yok edilmeli”…   

                                          

Ernest Renan;  

“Türkler uygarlıktan yoksundur yok edilmeli”…


1916-1922 arası Birleşik Krallık başbakanlığı yapan David Loyd George 1914 yılında kent kilisesinde yaptığı konuşmada; ''Türklerin kendileri din düşmanıdır, insanlığın kanseridir, savaş başlıyor umutluyum yok edilecekler; Türkler nerelere çadırlarını kursa oraları yok ettiler; Kızılderililere yapılanların aynısı Anadolu’da Türklere de yapılmalıdır; Biz ari üstün ırklar atalarımız Türklerdir dememeliyiz, bunun için bir tez yazmamız ve bu tezi dünyaya kabul ettirmemiz şarttır”.


İlk önce Yahudilik tezini, sonra Hıristiyanlık tezini, daha sonra Yahudilik-Hıristiyanlık (Eski Ahit—Yeni Ahit / Judeo-Christian) tezini öne sürüp Greko-Romen (bir başka deyişle Hint-Avrupa) tezinde karar kıldılar. 


Sanki Sümer, Elam, Akad, Kalde, Etrüsk, Asur,  Babil Greklerin, Romalıların atalarıymış biçiminde ve ancak bu tezle Türkleri ve kadim Türk kültürünü yenebilecekleri düşüncesiyle, batının bugün yaşam nedeni saydığı sonradan uydurulmuş bir tez olan Greko-Romen tezini oluşturdular. 


Bugün bile bu tezlerin etki ve algısı güçlü bir biçimde devam etmektedir.


Ancak şu da bir gerçek ki bugün Türkiye’de okullarda çocuklarımıza öğretilenler Atatürk’ün Türk Tarih Tezi değil gerçeklere dayanmayan Greko-Romen Tarih Tezidir. Toplum, akademi ve aydınların önemli bir bölümü (sözde aydınlar ?) halen bu tezin etkisi altında olup, kimi zaman da ''kraldan çok kralcı bir tavırla'' savunmaktan da geri kalmamaktadırlar.


Ne yazık ki.....


Neden her şeyden yakınmaktayız ?


Bizlere uymayan bizleri kültür ve kimlik arayışına iten, zorla kabul ettirilen yaklaşık 200/250 yıllık algı operasyonundan dolayı!


Sömürgeciler, sözde yerli-milli maşaları ile Milli Eğitimimizin ne kadar içinde olmuşlar ve hala içindeler görüyorsunuz!


Özellikle 1873 tarihinden sonra batıda Türkler hakkında sürekli bir kötüleme kampanyası başlatılmıştı.


Türkler barbardırlar, saldırgandırlar, göçebedirler, işgalcidirler, uygarlıktan anlamazlar, din düşmanıdırlar, insanlığın kanseridirler, yok edilmelidirler diyen İngilizler dünyaya yazılı, sözlü, kitaplı duyurularını arttırarak devam ettirdiler.


Türkleri içerden yıkmak için yukarıda sözü edilen eylemleri 1820 yılından sonra Anadolu’da açtıkları yabancı okullarda okuyan çocuklara da öğretmişler, bunların içinde Osmanlı'nın yıkılmasında etkili olanlar da vardır.


Şunun bilincinde olmak gerekir ki bu politika bugün aynen devam etmektedir. 


Batılı bir ülkeye gidin sizin Türk olduğunuza inanamazlar. 


Kimlik gösterseniz dahi siz Türk olamazsınız derler. 


En son söyleyecekleri millet sizsiniz.


Kafaları 1821- 1911 arası kafatası ölçücülerine dayanarak ortaya atılan ırkçı yalanlarla böyle yıkanmıştır, ne yazık ki!


Bu tür olaylarla karşılaştığınızda, çok şaşırıp nasıl bir düşünceye sahip olduklarını anlamakta güçlük çekersiniz. (Türk dostu iyi ve güzel insanları tenzih ettiğimi de tekrar belirtmek isterim).


Bu kötü algı ve propaganda ne yazık ki bizim insanımızı da etklemiş; üst kimliğinden uzaklaşması yolunda etken olmuştur. İnsanımızın önemli bir bölümü “Türk” üst kimliğini etnik bir kimlik sanmakta ve içi boşaltılmış kafatasçı bir milliyetçilik anlayışı ile bir tutmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’mizde Atatürk sonrası uygulanan yanlış eğitim politikaları ve yanlı siyasi oluşumlar bu algı ve uzaklaşmanın ana nedenlerindendir.


Yaşamak ve çok bilgi edinmek gerekir.


Anadolu’ya gönderdikleri ajanlar insanların kafa yapılarını ölçmüş hatta Hititlerin kabartmalarından bile kafa ölçülerini alarak (Hitler dönemi öncesi Anadolu’da yapılan Alman kazıları) insanları sınıflamış ırkçılığın temellerini atıp 2.Dünya Savaşı ırkçı katliamlarına zemin hazırlamışlardır. Bu kazılar zamanında bir çok tarihi, antik eserimiz de yurtdışına kaçırılmış; bir çoğu halen Almanya Berlin Müzesi ve diğer Dünya müzelerinde sergilenmektedir!


Atatürk ne dedi;


İşte özellikle 1873 yılından sonra batının (buna Rusya’yı da dahil etmek gerekir) planlı bir şekilde Türk Ulusuna bu şekilde hakaret etmeleri üzerine Atatürk, buna karşı bir Türk Tarih Tezi çalışması oluşturmanın gerekli olduğunu, Türklerin uygar bir ulus olduğunu ve evrensel uygarlığa çok önemli katkılar yapmış olduklarını 27 Aralık 1919 da Ankara’ya ilk geldiğinde yaptığı açıklamasında dile getirmiş ve Prof. Dr. Afet İnan’ı görevlendirmiştir**.  


Çalışmalarda yazılanların çoğunda kendi katkıları da bulunmaktadır.


Atatürk’ün başlattığı Türk Tarih Tezi çalışmalarının gelişimi doğrultusunda 1930 Yılında çalışma belli bir aşamaya geldiğinde ve 100 adet olarak basılmış ilgililerin eleştirisine sunulmuştur.

1931 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın ''Türk Tarihinin Ana Hatları'' başlığında Atatürk’ün Türk Tarih Tezi çalışmalarından 74 sayfalık özet kitabı Liselerde okutulmaya başlanmıştır; sonrasında 4 cilt halinde okul kitapları olarak basılıp liselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.


1932 yılında 1. Türk Tarih Kongresi yapılıyor. 


Kitap üzerine çalışmalara devam ediliyor; 1934 yılında uzmanlar Türk Tarih Tezi üzerine çalışmalarını tekrar sunuyorlar.


1937 yılında 2. Türk Tarih Kongresi yapılıyor. Bu kongrede Etrüsk konusu da konuşuluyor.


1938 de Atatürk’ün ölümüyle 1939 da bu kitapların hem yazarları hem de içerikleri değiştirilmiştir.


Neden acaba?


Atatürk’ün başlattığı Türk Tarih Tezi projesinin ana amacı Türk halkının kendi öz tarih bilincini kazanması ile birlikte, aşağıdaki temel unsurları içerir : 


1- Türklerin kendi gerçek tarihlerini öğrenmesinin sağlanması çok önemlidir.

2- Türkler barbar değil Uygardır.

3-  Başta İngilizler olmak üzere diğer batılı devletlerin Türkler hakkında söyledikleri doğru değildir; Türk Milleti beceriklidir; İngiliz Başbakanı Lloyd George, Ernest Renan, Gladstone gibi siyasetçilerin suçlamalarının hepsi maksatlıdır; Türk Ulusu ve kültürü uygarlık tarihine çok önemli katkılar yapmıştır; yok sayılmak istenmesine rağmen, diğer kültürlere olan katkıları ile birlikte ortak kültür noktalarının güncel bilimsel araştırmalarla ortaya konarak dünya kültürlerinin birbirine yakınlaşması sağlanmalıdır. Bu çalışmalar dünya barışının sağlanması için de son derece elzem çalışmalardır.


Not : Bu konulardaki detaylı bilgileri yayına çıkmış olan ''Türk'' adlı kitabımın ''Türk Tarih Tezi'' adlı bölümünde bulabilirsiniz.


Gelelim, Türk Millî Eğitimini, Gayrı millî yapan Anlaşma. “ FULBRİGHT ANLAŞMASI”na…


Osmanlı devletini çökerten anlaşmalardan Balta Limanı Anlaşması'nın (16 Ağustos 1838) daha kötüsü olan 1995 Gümrük Birliği Anlaşmasının, Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik kıskaca aldığını, Türkiye’yi açık pazar yaptığını, üretime dayalı ekonomik yapıyı tümüyle ortadan kaldırarak, yerine tüketime dayalı bir yapı oluşturduğunu biliyoruz.


Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, ''Fulbright Anlaşması'' Türk ulus üst kimliği ile birlikte nihayetinde Türkiye’yi tümüyle ortadan kaldırarak, yerine tüketime dayalı kimliksiz bir yapı oluşturmayı amaçladığını biliyoruz ki bugün de bu operasyon olanca hızıyla devam etmekte…


Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ve ; Atatürk’ün gerçek ve ırkçı olmayan, eşit vatandaşlık ilkesine dayalı Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşma da ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan “Fulbright” Anlaşmasıdır. TBMM'de onaylanmış ve 18 Mart 1950 tarihli Resmi Gazete' de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.


ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi, …vb çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik, siyasal sömürü ve işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir.


27 Aralık 1949 tarihli; “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma” nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. 


Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır.


ABD’ye, Türkiye’de “yardım” edip “işbirliği” yapacak, geleceğin “Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.


Sözü edilen Anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi:


“ Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C Hükümeti tarafından karşılanacak olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.

Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır;


“Türkiye’deki okul ve yüksek öğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yüksek öğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dahil olmak üzere finanse etmek…


Adamlar hem kültür sömürüsü altyapısı oluşturuyorlar; hem de parasını sömüreceklerine ödetiyorlar!…


Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir.


“Komisyon; dördü TC vatandaşı, dördü de ABD vatandaşı (ki ikisi CIA ajanıdır) olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir''.


Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını “etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, “Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 


1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.


Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949 dan beri süregelen ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi.


Bu durum, 2007'de de böyledir ve ''FULBRİGHT COMMİSSİON'' adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyük elçisi oturmaktadır. (bugün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır ne olacaksa?!)


Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların 1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar tarafından güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk Milleti’nin alnına bu lekeyi süren ve bu anlaşmada imzası olan İsmet Paşa tarafından, yıllar sonra,1963'de şöyle itiraf edilmişti; kendisi durumun farkındadır, ancak elinden bir şey gelmiyor;


“Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlenmesini istiyoruz. 

Herkes aynı şeyden söz ediyor. 

Nasıl yapacağım ben bunu?

Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. 

Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.

Yapabilirler mi bunu?

Hepsinin çevresinde uzman denen yabancılar dolu. 

İğfal etmeye çalışıyorlar.

Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. 

O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. 

Bir görev veriyorum, sonucu bana gelmeden, Washington'un haberi oluyor.

Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.


Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. 

İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. 

Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. 

Ondan sonra sökebilirsen sök. 

Gitmezler. 

Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek.

Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. 

Havanda su döversiniz. 

Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. 

Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…''


Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan bu yüz kızartıcı açıklamalar karşısında:


“Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?”...demek gerekiyor.


İşin gerçeği bu tür Amerikan patentli bir anlaşmaya Amerikancı diye idam edilen Menderes yerine İnönü'nün imza atması oldukça çelişkili bir durum…


İşin daha garibi ise, 1949’dan bu yana gelen hiçbir hükümetin bu anlaşmayı yürürlükten kaldıralım dememesi…


Türk Gencinin gerçek Türk Tarihini öğrenme hakkı demokratik bir eşit vatandaşlık hakkıdır. Çünkü Türk Gencinin kimliğinin, cesaretinin. ferasetinin ve inancının da kaynağı gerçek Türk Tarihi’dir.


"Türk genci atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır."


-Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-


Gazeteci/yazar/araştırmacı ve belgeselci Banu Avar'dan Rupert Murdoch'un tanık olduğu son derece çarpıcı, dünya gerçekleri ile birebir örtüşen, kimileri için fantastik, kimileri içinse gerçek ötesi denilebilecek bir röportajından bir kesit...

Amerikan Medya imparatoru Rupert Murdoch şöyle anlatıyor:


TÜRKİYE'YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA "MARSHALL YARDIMI" İLE EL ATTIK


Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. 


Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu.


Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu.


Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı.


Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik. Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu.


Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. 


Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi.

Sadece Celal Bayar kurtuldu, yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.


1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI.


Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı.


Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. 


Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.


BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ.


En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, ''Ordo Ab Chaos'' ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen.  Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı.


Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo ile halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü.


Ülkeye gönderilen provokatörler için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. 


Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, her gün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı.


Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir başarısı olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. 


Aslında provokatörlerin görevi bitmiş sahneden çekilmişlerdi.


Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsa yapsın hemen kabullenecektir.


ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI. 


Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. 


Bu Turgut Özal’dı.


Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. 


Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı.


Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.


TÜRKİYE'DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR ÖNEMİNİ YİTİRDİ !!!


Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sisteme o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. 


Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı.


Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu.


Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme adı altında, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.


"KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ" HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK.

 

Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. 


Aslında tam bir komedi oynanıyormuş.


Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. 


Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı.


Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimizi geri çevirecek durumda değil.


Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.


TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ... SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA...

Rockefeller de sözü devralarak başlıyor; 


Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir.


Nedenlerine gelince: 


Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.


İkincisi;


Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.


Üçüncüsü;


Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin altında olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. 


Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiç bir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.


EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR..!!


(ATATÜRKÜN TÜRK TARİH TEZİ)


Dördüncüsü;


Ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.


Beşincisi; ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. 

(BİZİM BİLMEDİĞİMİZ ?!?)


Türkler, MÖ 4000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irktandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. 


Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.


MÖ 3500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplayan, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. 


(NEDEN Mİ TÜRK TARİH TEZİ ?)


Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçerdirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe' de kullanılmaktadır.


Sümerlerin Ay Tanrısı’ nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir. Fakat biz bunu örtbas etmek için, Sümerlerden 3000 yıl sonra başlamış olan ve üstelik adı da Yunan-Greek (?) olmayan medeniyeti, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık.


Daha da ilginç olanı, sözde Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. 


Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.


MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK

(TARİHİNE SAHİP ÇIK, ÇOK KARANLIK VAR...!!)


Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine bin bir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk.


Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç artmış ve gelir dağılımı aşırı derecede dengesizleşmiştir.


Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterli olmuş, okumak çok zor gelmiştir.


Atatürk'ün Yasaklanan Tarih Kitapları...


Ve bu kitaplar 1931 yılında 1949 yılına kadar ortaöğrenimde ders kitabı olarak okutulmuştur. 


Bu kitaplar 1949 yılında yürürlükten kaldırıldı ve değiştirildi. Bu kitapların yürürlükten kaldırılması yani Atatürk'ün Türk üst kimliği ve milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan anlaşmayı imzalayanlar ise 27 aralık 1949 yılının Kültür ve Eğitim Bakanı Hasan Tahsin Banguoğlu, Başbakanı Şemsettin Günaltay, Cumhurbaşkanı ise İsmet İnönü olmuştur ne yazık ki...Abd'nin bu maksatlı girişimini nasıl fark etmedikleri ise çok tartışmalı bir konudur.


İsmet İnönü, askeri yetenekleri ve komutanlığı konusunda takdire şayan bir asker ve figürdü.


İsmet İnönü'nün asker olarak en büyük başarılarından biri, Çanakkale Savaşı'ndaki üstün hizmetleridir. Özellikle Anafartalar Grup Komutanlığı görevi sırasında gösterdiği liderlik ve stratejik yetenek, savaşın kritik anlarında belirleyici olmuştur.


Sakarya Meydan Muharebesi'nde Batı Cephesi Komutanı olarak görev almıştır. Muharebedeki stratejik planlamaları, cephe hattının yönetimi ve lojistik destek konularındaki başarısı, savaşın kazanılmasında çok kritik rol oynamıştır. Özellikle savunma hattının sağlam tutulması ve Yunan ordusunun yıpratılması stratejisiyle öne çıkmıştır. İnönü'nün askeri dehası ve liderlik vasıfları, bu zaferde belirleyici olmuştur. Bu başarı, Türk Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktalarından birini oluşturmuş ve İnönü'nün askeri kariyerinde önemli bir yer tutmuştur.


Ancak devlet adamlığı konusundaki performansı, daha karmaşık ve tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkar. Savaş sonrası dönemde Türkiye'nin siyasi istikrarını sağlama ve çok partili hayata geçiş gibi önemli adımlar atmakla birlikte, bazı politikaları ve uygulamaları, özellikle muhalefete karşı tutumu, ekonomik yaklaşımları ve yukarıda aktarmaya çalıştığım Türk Milli Eğitim Sistemi'nin değiştirilmesine yönelik çok kritik ve ülkenin geleceğini, bağımsızlığını derinden etkileyen kararları günümüzde hala tartışma konusudur. Bu bağlamda, İnönü'nün devlet adamlığı, hem başarıları hem de eleştirilen yönleriyle bir bütün olarak değerlendirilmeli diye düşünmekteyim.


Kaynaklar


Bu bilgiler; Sn. Araştırmacı Yazar Cengiz Özakıncı’ nın Kanal B TV de her Cumartesi yayınlanan Tarihin Bilinmeyen Yüzü Programın içeriğinden derlenmiştir.

*Trandafir G. Djuvara  Romanya’nın Belçika, Lüksemburg Büyükelçisi, Eski Belgrad İşgüderi, Sofya Başkonsolosu ve Elçisi, İstanbul’daki Elçisi.

**Türk Tarihinin Ana Hatları  Afet İnan  1 Eylül 2018  Programından...

***Dr. W. Brandenstein   Etrüsk’ler  3 Kasım 2018 Programından...

Taş Anıtlar Kitabı - James Ferguson; Asya ve Avrupa’ da tüm Uygarlıkları kuranlar Turanlılardır. 

Avrupa’da binlercesi bulunan Taş Anıtları Turanlılar yapmıştır.

Tanrılar Mezarlar ve Bilginler - C. W. Ceram ; Çivi yazılarının Çözümü.

Atatürk’ün başlattığı Türk Tarih Tezi çalışmaları neden rafa kaldırıldı. İlk İngiliz Türkiye Gizli Antlaşması - Faik Ahmet Barutçu Anıları.

Grek mucizesi yoktur - Mısırlılarda, Mezopotamyalılarda Matematik, Tıp, Astronomi - Ordinaryus Prof. Dr.  Adnan Sayılı.

Avrupa'nın Hitler ve Mussolini’ nin yaptığı pislikleri temizlemesi mümkün değil. Atatürk’e uzatılan dil. Atatürk’ün Türk Tarih Tezini kim yazdı sorusuna yanıtlar.  Afet İnan Belleten Dergileri İnternette bulunabilir; Türk gençliğinden saklanan gerçekler....

https://www.oncekultur.com/?Syf=26&Syz=244327 - Murdoch'dan Rockefeller ve Rothschild ile Türkiye'yi de içeren dünya gerçekleri... ÇARPICI BİR RÖPORTAJ





Comentarios


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

rm442-01-04-g-mockup.png

Bana Ulaşın

© 2022 by Haluk Hizlialp. Created by Badesim Kubak.

bottom of page