LAİKLİK ATATÜRK ve SELÇUKLU
Güncelleme tarihi: 24 Ara 2023
Bu makaleyi, bu çok önemli konu ile ilgili bilgisini benimle paylaşan ve araştırmama vesile olan değerli hukukçu üstadım Erdal Eldem' e ithaf etmek istiyorum. Bu tür konuların doğru belge ve bilgilerle ortaya konması toplum olarak aydınlanmamız ve tarafsız kaynaklardan doğru bilgiye erişmemiz açısından son derece önemli...
Atatürk, Cumhuriyet ve Laiklik karşıtlarından duyabileceğiniz söylemlerden birisi de laikliğin Fransızlardan geliyor olmasıdır. Ancak bunun doğru olmadığını laikliğin Türklerden gelme bir kavram olduğunu doğrulayan kaynaklar vardır. Onlardan birisi de araştırmacı yazar Sn. Cengiz Özakıncı. Cengiz Özakıncı, bir konferansta yaptığı konuşmada laikliğin 1789’ daki Fransız Devrimi ile ortaya çıkmadığını, 1050’li yıllarda Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Tuğrul Bey’in halifenin yetkilerini sınırlandırması ve halifeyi siyasî yetkilerinden arındırmasıyla tarihte laikliği ilk kez uygulayanın Türkler olduğunu, Türk Devrimi'nin de laikliği Türk tarihinden aldığını vurguluyor.
Bazı önemli belge ve bilgiler !...
Fransız Doğubilimci, Sinolog ve Türkolog Joseph De Guignes‘in ''Histoire Générale des Huns, des Turcs, des Mongols et des Autres Tartares Occidentaux, Avant et Depuis Jésus-Christ Jusqu’à Présent'' adlı akademik kitabı 1748 yılında basıldı. Bu kitapta laikliğin Türklerden geldiği iddiası kanıtlanmakta. Kitapta Tuğrul Bey’in halifenin yetkisini kısıtlamasından bahsediyor. Bu arada yabancıların o tarihlerde dahi Türk Tarihi ile ilgili bilgi ve ilgileri oldukça ileri düzeyde.
Ayrıca, Fransa'da 1946 Anayasası ile de laiklik, ilk defa, resmen bir devlet prensibi olarak tanınmış.
Türkiye’de ise laiklik ilkesi 5 Şubat 1937 tarihinde Türk Anayasası’na girdi. Yani biz Fransızlardan 9 yıl önce laikliği anayasamıza eklemişiz !
Peki Devlet Neden Laik Olmalı ?....
Kökeni ve inancı ne olursa olsun, farklı inanç sahiplerinin haklarını eşit olarak gözetmek.
Hukuk birliğini sağlamak.
Dış devlet ya da güçlerin azınlık hakları bahanesiyle içişlerine karışmalarını önlemek.
Kutsal inanç sistemlerinin siyasete alet edilerek yıpranmasının önüne geçmek.
Hukukun üstünlüğü, eşit yurttaşlık bilinci, özgür düşünce, bilimsel-çağdaş eğitim ve üretkenliği mümkün kılarak devletin her bakımdan ilerlemesinin önünü açmak, çağdaş dünyayı yakalayıp geçmek.
Aklın ve bilimin yol göstericiliğinde ulusal ve evrensel değerleri anlama, harmanlama becerisi kazanmak…
Görülüyor ki laiklik din karşıtlığını savunan değil aksine farklı inanç sistemlerini ve dini koruyan bir sistem aslında...
29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyet, daha yaşını doldurmadan, 3 Mart 1924’te kabul edilen ve Cumhuriyet tarihimize, ''3 Mart Devrim Yasaları'' olarak yazılan, “Hilafetin Kaldırılması, Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin Kaldırılması” ile “Eğitim ve Öğretim Birliği Yasaları” halk egemenliğinin olmazsa olmazı laikliğin toplumsal temellerini atmış. Bu yasaların özünde yukarıda saymaya çalıştığım ilkelere dayalı laik eğitim var.
Fransa'daki gelişmelere bakmaya devam ettiğimizde, 1905 tarihli yasa ile kilise ve devlet birbirinden ayrılmış, resmi bir din tanınmamış, din ve vicdan hürriyeti güvence altına alınmıştı. Bununla birlikte, Jean Morange’ın, laik devletin kurucusu olarak değerlendirdiği bu kanun, laiklik prensibine hiçbir hukuki değer vermemekteydi. Laiklik ilkesinin anayasada yerini alması, 27 Ekim 1946 Anayasası’nın 1.maddesinde, “Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir” hükmünün getirilmesi ile mümkün olmuş ve aynı hüküm 1958 Anayasası’nda da, “Soy, ırk ve din ayrımı olmaksızın, cumhuriyet bütün yurttaşların kanun önünde eşitliğini sağlar. Bütün inançlara saygı gösterir” ifadesiyle tamamlanarak yer almıştır. Yine hem 1946 hem 1958 Anayasalarında, “ücretsiz ve laik kamusal eğitimin örgütlenmesi her düzeyde devletin bir ödevidir” hükmüne yer verilmiş ve 1789 beyannamesindeki insan haklarına bağlılık belirtilmiştir.
Yukarıdaki belge ise Atatürk'ün laiklik ilkesini araştırırken Selçuklu Dönemi'ni (1037-1308) ve Tuğrul Bey'i nasıl inceleyip notlar alarak benimsediğini göstermekte.
Ayrıca Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun 1972 yılında T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okullarda okutulmasına karar verilen ''Selçuklu Tarihi'' adlı önemli eser de konu hakkında çok kıymetli belge ve bilgiler içermekte. (Kaynaklar bölümündeki linklerden erişebilirsiniz).
Bu makalede Tuğrul Bey'e özel bir yer ayrıldı. Onun pek çok özelliğinin yanında dünyada ''Laiklik'' fikrinin doğruluğuna kanaat getirip uygulayan Türk hakanı olması nedeniyle çok özel olarak tanınması gerektiği görüşündeyim.
Bunun için Tuğrul Bey'in hayatından çok özet kesitleri, farklı kaynaklardan sadeleştirerek özetlemeye çalıştım.
Tuğrul Bey Kimdir?
Tuğrul Bey, 1037-1063 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti'nde devlet kurucu sultanı. Tam adı "Rükneddîn Ebû Talîb Muhammed Tuğrul-Bey bin Mikail" olarak kayıtlara geçmiş.
Arap ve İran geleneklerine göre künyesi şu sıralamaya tabi tutuluyor: Lakap, Rükneddîn; künye, Ebu Talip; dini adı, Muhammed; Türk adı, Tuğrul Bey. Doğumu: 990, ölümü: 1063. Baba adı: Mikail, Doğum yeri Horasan. Mezarı: İran, Rey Kenti.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra Tuğrul Bey'in mensubiyeti hakkındaki kısa bilgilere bakalım.
Tuğrul Bey, Oğuzların Kınık Boyu'na mensup. Savaş sırasında babası şehit düşünce dedesi Selçuk Bey'in himayesinde büyür. Çocukluk yılları “Cend” (günümüz Kazakistan Seyhun Nehri güneyi) kentinde geçer. Gazneliler, Selçuk Bey'in diğer oğlu, amcası Arslan Yabgu'yu esir alınca, Büyük Selçuklu Devleti'nin başına 1025 yılında sultan olur. Altun Can Hatun ile evlenir.
İşte bundan sonra yurt arama dönemi başlar.
Tuğrul Bey, Selçuklular'a yeni bir yurt arar ve Horasan’a göç ederler.
Kardeşi Çağrı Bey ile birlikte 1028-1029 yıllarında Merv ve Nişabur kentlerini ele geçirirler. Belh (günümüz Afganistan'ı) ve Buhara'ya (günümüz Özbekistan'ı) seferler yaparlar.
1038'de Nişabur'da (günümüz İran'ı) kendini sultan ilan eder.
1040 yılında Gaznelilerle "Dandanakan Savaşı'' nda (Türkmenistan coğrafyası) galip gelerek kardeşi Çağrı Bey'i Horasan'a vali olarak tayin eder.
Zaman içinde İran coğrafyasının büyük bir bölümünü ele geçirerek egemen güç haline gelir ve toprak kazanımlarını Anadolu'ya kadar uzatır.
1055 yılında, Bağdat Abbasi Halifesi olan Kaim, Bağdat'ı elinde bulunduran Şii mezhebine mensup "Buveyhoğullarından" kurtulmak için Tuğrul Bey'den yardım ister. Bunun için Bağdatlı bilge kişi Fakih ve Bağdat kadısı Mavardi'yi Tuğrul Bey'e elçi olarak gönderir.
Bu dönemde Bağdat'ta egemen güç olarak Bağdat Halifesi'ne bağlı bir muhafız güç mevcuttur. Muhafız gücün komutanı da Şii mezhebinden bir Türk'tür. Buveyhilerle ters düşer. Bir iç çatışma başlar ve halife Kaim, Tuğrul Bey'i Bağdat'a davet eder.
Abbasi Halifesi'ni Şiilerden kurtarmak için Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat'ta Buveyhilerle savaşır, ağır yenilgiye uğratır ve Buveyhilerin hükümdarı olan El-Meliku’r-Rahim'i esir alır, Abbasi Devleti'ne son verir, Abbasi halifeliğinin koruyuculuğunu üzerine alır.
Ancak Tuğrul Bey'e içerden, üvey kardeşi İbrahim Yinal, kalabalık bir Türkmen güçle isyan eder. Tuğrul Bey bir yandan isyancı üvey kardeşi İbrahim Yinal, diğer taraftan Buveyhoğulları ile savaşır. Her iki yandan savaş zorlar.
Nihayet 1060 yılında Tugrul Bey, üvey kardeşi Ibrahim Yinal isyanını bastırır.
Diğer yandan Fatimilerin eline geçen Bağdat geri alınır ve Abbasi Halifesi Kaim'in tekrar Bağdat'a dönmesini sağlar. Bağdat böylece Büyük Selçuklu topraklarına katılır.
Bu arada ilk eşi Altun Can Hatun 1060 yılında Cürcan'da vefat eder, naaşını Devletin başkenti Rey'e getirip orada defneder.
Tuğrul Bey, halife Kaim'in kızı Seyyide Fâtıma el-Betül ile evlenir. Halife Kaim, Tuğrul Bey'i, "Ruknu'd-Din" (Dinin direği) ve "Malikul-Meşrik ve Magrib " (Doğu'nun ve Batı'nın Sultanı) unvanlarıyla sultan ilan eder.
Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063 yılında 73 yaşında vefat eder (Kaynak: Köymen, M. A, 2004).
Varis olarak çocuğu olmadığı için yerine, Anadolu'nun kapılarını Müslüman Türklere açan, Malazgirt Zaferi'nin kahramanı yeğeni Alp Arslan geçer. Devlet geleneğinin bir ifadesi olarak Tuğrul Bey adına sikke basılması da özel bir anlam taşır.
Özel bir mimariye sahip anıt mezarı Tahran yakınlarındaki Rey Kenti'ndedir.
Sonuç
Tuğrul Bey hakkında bilinen bu kısacık hayat hikâyesi ve başarılarının dışında, çoğu kimse tarafından bilinmeyen çok özgün bir bilgi var;
1060 yılında Bağdat Abbasi Halifesi'ni himayesine alır fakat halifeliği kabul etmez, üstlenmez.
Din ve devlet işlerini ayrı tutar. Halifenin ısrarına rağmen kabul etmez halifeliği. Devlet işleri ile din işlerinin ayrı tutulması gerektiğine inanır ve bu fikri savunur. Eğer din işleri devlet çarkına konulursa orada dirlik olmayacağına inanır. Bunun örnekleri tarihte vardır. Tuğrul Bey halifeyi ve halifelik makamını sadece 'himaye' eder, temsilcisi olmaz.
Bu karar son derece önemli bir karar ve son derece iyi bir başlangıçtır. Tuğrul Bey; "Din işlerini halife, devlet işlerini de sultanın yönetmesi gerekir" der.
Böylece dinle devlet işini ayırarak dünyada ilk kez laik bir sistemi benimseyen ilk kişidir, sultandır Tuğrul Bey.
Diğer bir ifade ile ''tarihte ilk kez laiklik ilkesini Türkler uygulamıştır'' diyebiliriz.
Bu kişi de Tuğrul Bey'dir. Mustafa Kemal Atatürk ile de laiklik sistemleştirilerek Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkesi haline gelmiştir.
Laikliğin Anayasa'mızdan çıkarılmasını savunan kesimin ana hedefi Cumhuriyet karşıtlığı ile “hilafetçi, siyasal islamcı” bir anlayışı hakim kılmaktır. Bu cehalet içeren anlayışı savunanlara söylenecek şey kadim tarihimizi iyi incelemeleri ve Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'den feyz almalarıdır.
Yazar Cengiz Özakıncı, “Laikliği Fransızların icat ettiği bir uydurmadır. Vahye dayalı dinsel toplumlarda laiklik devrimi dünyada ilk kez 1050-1060 yıllarında Türkler tarafından, Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuğrul Bey’in devrimi yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız Devrimi’ne de örnek olmuştur. Yani Fransız Devrimi’nde Türk etkisi, Tuğrul Bey’in damgası var.” diye ifade eder.
Özetle...
"Lâik" kelimesi dilimize Batı'dan geçmiştir, (Fransızca-laïque). Türk tarihinde, İslam'dan önce ve sonraki yönetimlerde laik uygulama deneyimlerine sahibiz. Orhun Yazıtları'nda Kaan'ın ödevleri arasında dinî bir görevinden bahsedilmez. Selçuklu sultanları yönetimlerinde töreyi ön planda tutmuşlar ve yukarıda görüldüğü gibi din işlerini ve halifeliği dönemin Abbasi halifelerine bırakmışlardır; bunun sebebini ise Tuğrul Bey çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Osmanlı döneminde ise ihtiyacı gereği (maslahat) gerekçesiyle emirler düzenlenmiştir. Bunlara ise örfi, sultani hukuk adı verilmiştir. Sultanlar mutlak otorite sahibidirler. Ancak bu otorite belli bir dönemden sonra Osmanlı Devleti'nin yıkılmasının önüne geçememiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1937 yılında ''lâiklik ilkesi'' Anayasa'mıza girmiştir. Türkiye'de uygulanmak istenen laiklik, Türk toplumunun sosyal yapısı ve dini inançlarına uygun şekilde düzenlenmiştir. Batıdan aynen taklit edilmemiştir. Çünkü İslam dininde Batıda olduğu gibi dini örgüt kurmaya yetkili bir ruhban sınıfı yoktur. Bu sebeple din eğitimi, dini hizmetler ve bu hizmetleri yürütenlerin çalışmaları, kamu hizmeti olarak kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı'na da Anayasa'da yer verilmiştir.
Dileğim Atatürk’e, Cumhuriyet ile gelen devrimlere tepkide ölçüyü kaçıranların da bindiği dalı kestiğini fark etmesidir. Bütün bu yapılan çağdaşlaşma devrimlerinin kıymetini bilip tarihimizden ders çıkararak boş heves, tartışma, kalkışma ve söylemlerden uzak durulması, Cumhuriyet'imize ve Kuruluş İlkeleri'mize sıkı sıkıya sahip çıkılması ''muasır medeniyetler'' seviyesine çıkmamız için izlenecek en doğru yoldur.
Kaynaklar
https://www.odatv4.com/guncel/cengiz-ozakinci-laiklik-fransiz-degil-turk-icadi-67199#google_vignette
Süleyman Hüsnü Paşa - Tarih-i Alem - https://www.biyografya.com/biyografi/13192
Comments