top of page

KADIN HAKLARI ve 100.YIL

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2023


Bu yazı, ''Güneş İnsan'' web sitesinin tasarımı ve yaratılmasını değerli emek ve bilgisiyle gerçekleştiren sevgili Badesim Julia Kubak ve Cumhuriyet'imizin 100.Yılı'na girdiğimiz bu dönemde tüm Türk ve Dünya Kadınları'nın hak ettikleri değeri görmeleri adına yazılmıştır...

Osmanlı İmparatorluğu içinde aşağı yukarı 100-150 yıllık bir zamanı kapsayan iyileştirme (ıslahat) hareketlerinden özellikle ‘’kadın hakları’’ konusunda bir sonuca varılamamıştı. Fakat Atatürk döneminde 10-15 yıl gibi kısa bir sürede büyük mesafeler alınmıştı. Atatürk devrimlerinin bir çoğu Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde söz konusu olduğu halde başarı sağlanamamıştır. Atatürk'ün Türk Kadını’na verdiği hakların daha iyi anlaşılması bakımından Osmanlı ıslahat hareketleri içerisinde kadın hakları konusunda yapılmak istenenleri kısaca hatırlamakta yarar vardır.


Osmanlı ıslahat hareketleri bir bütün olarak ele alındığında bunun 17. yüzyıldan başladığını görürüz… Osmanlı Devleti batının öne geçmişliğini daha ilk yenilgiler başladığı zaman fark etmişti. İmparatorlukta çöküşün başladığı andan itibaren yenileşme modernleşme çabaları da başlamış bulunuyordu. Başlangıçtan III. Selim'e kadar olan yeniliklerden bir sonuç alınamadı. III. Selim'le (1789-1807) hareket hızlandı. Artık ıslahat hareketleri eskiyi diriltmeye çalışmaktan çok batı yöntemlerine doğru çevrilmeye başlandı. II. Mahmut'a (1808-1839) gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu batı dünyasının etkilerine kapılarını bir dereceye kadar açmış bulunuyordu. Bununla birlikte batı kurumlarını benimseyenler çok azdı. II. Mahmut'un iyi niyetli çabalarına rağmen yenilikleri özden çok şekilde kalmıştı.


Osmanlı Devleti’nde bu yenileşme harekederi olurken hatta ıslahatlarıyla ünlü III. Selim ve II. Mahmut devirlerinde bile kadın haklarıyla ilgili henüz en ufak bir kıpırdanma bile yoktu. Hatta kadınlarla ilgili en sert yasaklar bu dönemde çıkarılmıştı. III. Selim zamanında çıkan şu ferman ilgi çekicidir.

"Benim vezirim; kadınların çarşı ve pazarda açık renk ferace ile gezdiklerini, edepsizlik ettiklerini duydum ve gördüm, bundan sonra kadınların açık renk ferace ve büyük yaka giymemesini herkesin edebiyle gezmesini tembih et. Terzileri de böyle edepsiz elbiseler dikmekten men eyle."

Görüldüğü gibi Osmanlı padişahlarının en aydın ve en yenilikçilerinden olan III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde pek çok konuda batılılaşma isteği görülürken kadın hakları konusundaki düşüncelerinde kendilerinden önceki padişahlardan hiçbir farkları yoktu. Bununla birlikte bu dönemde yapılan diğer yenilikler dolaylı olarak kadının durumunu düşündürmeye başlayacaktı.


Avrupa başkentlerinde daimi büyük elçilikler kurulması Avrupa'ya öğrenci gönderilmesi Avrupa'dan çok sayıda teknik ve askerî eleman getirtilmesi ve bunların birçoğunun aileleri ile birlikte gelmeleri Avrupa'nın sosyal hayatını tanımada çok etkili olmuşlardı. Yani bu dönem Avrupa kadınını ve sosyal hayatını tanıma dönemi olmuştu. 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı modernleşmeyi daha kesin çizgilerle ortaya koydu. 1839 tarihi imparatorluğun gerileme ve toprak kaybetme dönemi olmakla birlikte imparatorluktaki politik, düşünsel ve sosyal yenileşme hareketlerinin de başlangıcı idi. Tanzimat Reformu ile çağdaş anlamda bir hukuk devleti hedeflenmiş ve batıda ortaya atılmış olan insan hakları ilkelerinden bazıları alınmak istenmişti. Bu ilkeler arasında özgürlüğe yer verilmemiş sadece siyasal eşitlikten söz edilmişti. Bu konuda kadın erkek ayrımı yapılmamakla birlikte eşitliğin yalnızca erkekler için geçerli bir ilke olduğu sanılmıştı.


Ne var ki kadının içinde bulunduğu koşullar değişmedikçe çağdaş bir hukuk devleti meydana getirilemiyeceği anlaşıldığından kadın hakları doğrultusunda ilk emeklemelerin başladığı görülüyordu.


Abdülmecit devrinde (1839-1861) Osmanlı Devleti klasik yapısını devam ettirmekle birlikte devlet adamlarının yaklaşımlarında bazı batılı görüşler yer almaya başladı.

İlk olarak 1858'de İstanbul'da bir kız ortaokulu (rüştiyesi) açıldı. Tanzimat'ın ilanından 25 yıl sonra (1864) ilk defa ‘’Terakki’’ adında bir kadın dergisi çıkarıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nda feminizm yapan ilk dergi buydu. İmparatorluğun büyük şehirlerindeki kadınlar tarafından hararetle takip edilmekteydi. Dergiye mektup yazan kadınlar eğitim ve çalışma imkanlarının yaratılmasını istiyorlardı. Çeşitli nedenlerle imparatorluğa gelip Türklerle temas eden Avrupalılar da hükümetçe siyasî ve hukukî sahada yapılmakta olan batılılaşma girişimlerini yeterli görmeyerek cemiyetin batılılaşması için kadın eğitimine önem verilmesi gereğini ifade ediyorlardı.


Kadın hakları konusunun bu şekilde ortaya konması ve tartışılmaya başlanması Abdülaziz devrinde (1861-1876) kadın eğitimi için çeşitli okulların açılmasıyla sonuçlandı. Ancak, bunun dışında kadının durumuyla ilgili bir iyileştirme yapılmadı.


Tanzimat, toplumun her alanında olduğu gibi edebiyatta da bir değişiklik meydana getirmiş, tasavvufî temalar yerini dünyevi konulara bırakmaya başlamıştı. Şinasi'nin ‘’Şair Evlenmesi’’ ile ancak 1860'ta Türk Kadını romana ve tiyatroya girmişti. Daha sonra Namık Kemal bunu Gülnihal ve İntibah ile devam ettirmişti.

Kadın Dünyası


Kadınlık hukuk ve menafiini müdafaa eder, cumartesi günleri neşrolunur musavver gazetedir. Sehaifimiz cins ve mezhep tefrik etmeksizin Osmanlı hanımları asarına küşadedir.


Sahibe-i imtiyaz: Nuriye Ulviye Mevlan

Müdür-i mesul: Emine Seher Ali


Süre: Günlük olarak yayın yapan gazete 100. sayıdan sonra haftalık olarak yayımlanmıştır.


II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) Tanzimat reformları yeni bir yöne gidiyordu. Kadınlık konusunda Tanzimatla başlayan gelişmeler II. Abdülhamit döneminde de bütün baskı ve yasaklara rağmen devam etti. Kadın basını önemli bir gelişme gösterdi. İlk olarak 1893'te hanımlara özgü gazete ve birçok kadın dergileri çıkarıldı. Kadın okurlar arttı. 1876’da ilk Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) açıldı. İlk Kız İdadisi (Lisesi) de yine bu dönemde açıldı (1880).

Sansürlenen kısımlar kırmızı ile işaretlenmiş. Resim: Abdülhamit Devrinde Sansür, Cevdet Kudret, 1977

1908 Temmuz’unda Anayasa’nın yeniden yürürlüğe girmesiyle geniş bir düşünce özgürlüğü sağlandı. Ne var ki, bu özgürlük de kısa sürdü. ''Sansür'' yeniden ortaya çıktı. Bu devirde yaygın olan düşünce akımlarından her biri ‘’kadın sorunu’’ nu kendi düşüncesine göre ele alıyordu. İslamcılar, Türkçüler ve batıcılar her konuda olduğu gibi kadın konusunda da farklı tezler ileri sürüyorlardı. Balkan Savaşı’ndan (1912-1913) sonra kadın hakları daha fazla savunulmaya başlandı. Hükümet kız okulları konusunda daha cesur hareket etti. 1913'de İlkokul kararnamesiyle kız ortaokulları 6 senelik kız ilkokulları haline geldi. İlçe merkezlerine kadar bu okulların açılmasına çalışıldı. Bazı il merkezlerinde kız öğretmen okulları açıldı. Aynı yıllarda (1913-1916) ilk kız üniversitesi açılmış erkeklerle beraber ders görmeleri uygulanmak istendiğinden kapatılmıştı. Aynı dönemde sahneye çıkan ilk Türk kızı Afife Hanım, Şeyhülislam fetvasıyla tutuklanmıştı.


I.Dünya Savaşı sırasında (1914-1918) kadın hakları konusunda belirli bir ilerleme kaydedilmişti. Askere giden erkeklerden boşalan bazı memuriyetlere kadınların atanması kabul edilmişti. Köylü kadın ise cephe gerisinde üretimi tamamen ele almıştı. Fakat bütün bu gelişmelere rağmen taşıtlarda kadın ve erkeklerin yeri ayrıydı. Ancak, 1916 yılında kadına bazı özel hallerde boşanma hakkı tanındı. 1917'de çıkarılan Aile Kararnamesi’yle kadın korunmaya çalışıldı. Çok evliliğin olabilmesi ilk eşin onayına bağlandı.


Görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’ndeki ‘’kadın sorunu’’ bu şekilde kesin sonuçlara varmaktan çok uzak karasızlık ve çelişkiler içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün soruna el koymasına kadar bu şekilde sürüp gitti.


Osmanlı ıslahat harekederinin başladığı yıllardan I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Kadın Hakları bağlamında yapılanlara kısaca göz attıktan sonra makalemizin ana konusuna yani ‘’Atatürk'ün Türk Kadını’na verdiği haklar ve Türk Kadını’nın geleceği’’ hakkındaki görüş ve düşüncelerine geçebiliriz.

Atatürk'ün Türk Kadını’na birçok batı ülkesinden önce verdiği hakları daha iyi değerlendirebilmek için onun Kurtuluş Savaşı'ndan (19 Mayıs 1919 – 11 Ekim 1922) itibaren Türk Kadını’na karşı takındığı tavrı iyi incelemek gerekir.


15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar tarafından haksız işgali bütün yurtta büyük bir heyecan ve üzüntü yarattı. Bu olaydan sonra halkın tepkisi şiddetlenmiş, protesto ve mitinglerin sayısı çok artmıştı. Bu mitinglere kadınlar da katılmış, konuşma yapmış ayrıca kendileri de mitingler düzenlemişlerdi. 18 Mayıs’ta İstanbul Üniversitesi konferans salonunda profesörlerin işgali protesto konuşmalarından sonra halk ve hanımlar adına da katılanlar olmuştu. İnas Darülfünunu adına konuşan bir hanım "biz de sizin kadar, belki daha ziyade müteellimiz. Teşebbüslerinize en kavi bir imanla iştirak ediyoruz" dedi. Aynı tarihte Anadolu'nun çeşitli yörelerinde de işgali protesto toplantıları ve mitingleri yapılıyordu. Ertesi gün yani, 19 Mayıs’ta İstanbul'da Fatih Belediyesi önünde kadınlı erkekli büyük bir miting yapılmış, burada Halide Edip ve Meliha Hanımlar çok içten ve heyecanlı konuşmalar yapmışlardı. Halid Edip; "biz erkeklerimizle beraber milletin kalbinden gelen en kuvvetli, en akıllı, en cesur milleti en çok temsil edecek bir kabine isteriz. Padişahımıza halkın hissiyatını tebliğ eder ve deriz ki, işte kara bir gün yaşıyoruz."


20 Mayıs 1919'da Üsküdar Doğancılar'da yapılan mitingde erkek hatipler yanında Asri Kadınlar Cemiyeti adına Sabahat, Naciye ve Zeliha Hanımlar konuşmuşlardı. Sabahat Hanım, "Türk olan İzmir'i bugün Yunanlılar aldılar. Belki yarın da sinemizden bir şefkat kalbimizden bir hayat koparır gibi birer birer Konya'mızı, Bursa'mızı hatta bütün güzellikleriyle nazarları celbeden çok sevgili İstanbul'umuzu isteyeceklerdir. Artık bu son zulmün önünde biz kadın erkek, genç, ihtiyar hepimiz birleşelim’’ demiştir. 22 Mayısta Kadıköy'de sürekli yağan yağmurun altında 20 bin kişinin katıldığı bir protesto mitingi tertip edildi. Bunlar arasında pek çok hanım vardı.

Halide Edip Adıvar – 1920’ler…

23 Mayıs 1919’ da Sultanahmet Meydanı’nda o zamana kadar yapılan mitinglerin en büyüğü yapıldı. Tahminen 200 bin kişi katıldı. Eyüp İnas Numune Mektebi'nin siyah bayraklarının üzerinde "Yaşamak isteriz, Müslümanlar öldürülemez" cümleleri yazıyordu. Halide Edip burada da konuştu. Bu mitingden rahatsız olan İtilaf Devletleri hükümeti mitingleri yasak etmeye zorladılar. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti yayınladığı bir tebliğ ile mitinglerin yapılmasını yasakladı.


Atatürk İzmir'in işgalinden bir kaç gün sonra Samsun'a çıktı ve 22 Mayıs 1919'da Osmanlı Devleti’ne yazdığı bir raporda ulusun birlik olduğunu ulusal hakimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tuttuğunu belirtmişti. Bu rapor ''Ulusal Mücadele'' hareketinin ilk düşünsel hazırlığının belgesi sayılabilirdi. Atatürk milleti harekete geçirip uyarmak istiyordu. Mustafa Kemal'in bu bildirisinden sonra mitingler daha geniş düzeyde yapılmış, bu dağınık direnmeler bir birliğe doğru yol almaya başlamıştı.


30 Mayıs cuma günü Osmanlı Devleti’nin mitingleri yasak eden bildirisine rağmen, Sultanahmet Meydanı'nda toplanılmış, burada Darülfünun öğrencilerinden Şükufe Nihal Hanım da ilgi çekici bir konuşma yapmıştı.


Kamuoyu Mustafa Kemal'in 28 Mayıs'ta yayınladığı bildiriye uyarak yurdun her tarafında protesto mitingleri yapmaya devam etmişti. Anadolu'daki hanımlar düzenlenen mitinglere katıldıkları gibi bizzat kendileri de miting organize ediyorlardı.


10 Aralıkta Kastamonu'da Kız Muallim (Öğretmen) Mektebi'nin bahçesinde Müdafai Hukuk Kadınlar Şubesi'nin hazırladığı toplantı yapıldı. Bu arada ilgi çekici olaylardan birisi de 5 Kasım 1919'da Sivas'ta Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'nin kurulmasıydı. Bu tarihte Türk Kadını henüz hiçbir hakka sahip değildi. Cemiyet, Mustafa Kemal'in 28 Mayıs’taki bildirisi doğrultusunda kurulmuştu. Cemiyetin amacı Misak-ı Millî sınırları içinde birlik ve bütünlüğü sağlamak, işgali kaldırmak, bu amaca ulaşmak için de erkeklerle birlikte mücadele vermekti.

Atatürk bu cemiyetin kurulmasını istemesinin yanısıra bunlarla sürekli irtibat halinde olmuş, önemli olayları bildirmiş, onlardan da diğer oluşumlardan olduğu gibi önemli katkı beklemiş ve onların desteğine çok önem vermiştir. 17.03.1920 İstanbul'un işgali üzerine İslâm dünyasına gönderdiği beyannamenin bir örneğini de bu cemiyete göndermiştir. Bütün kolordulara, mülkî amirlere, bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne gönderdiği önemli yazıları Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'ne de göndermiştir. Büyük Millet Meclisi'nin açılması dolayısıyla bu cemiyete bir teşekkür telgrafı göndermiştir. Cemiyet bir yandan yurt içinde şubeler kuruyor, bir yandan da İtilaf Devleteri’ne protestolar gönderiyordu. Amasya, Kayseri, Niğde, Burdur, Pınarhisar ve Kangal'da şubeleri bulunuyor ve Sivas ile işbirliği halinde çalışıyorlardı. Mustafa Kemal Heyet-i Temsiliye başkanı sıfatıyla Sivas'ı örnek göstererek diğer yerlerde de buna benzer cemiyetler kurulmasını teşvik etmişti.


Türk hanımlarının da ulusal ve vatanî konularla şiddetle ilgili olduklarını bu suretle kanıtlamalarını ve bunu bütün dünyaya göstererek Türklerin, kendilerine Avrupa'da karşı olan kamuoylarına asil ve her türlü ilerlemeye kabiliyetli olduklarını duyurmalarını istiyordu.


Bu cemiyetin gerçekten vatan savunmasında maddî, manevî pek çok yardımları oldu. 22 Aralık 1919'da, İrade-i Milliye gazetesinde hanımlar tarafından kurulan bu cemiyet hakkında kadınların bu hareketlerini öven ve teşvik eden bir yazı çıkmıştı. Bu yazıda özetle "vatan endişesine katılan ve mücadeleye giren kadınların şan ve şeref kazanacakları gibi geleceğin sosyal devrimleri içinde ilk adımları atmış olmalarıyla tarihte önemli bir yer alacakları belirtiliyordu."

Kurtuluş Savaşı'nda Türk Kadını Vatan Savunmasında….Soldan sağa; Nezahat Onbaşı, Fatma Seher Erden (Kara Fatma), Çete Emir Ayşe ve niceleri…….

Türk Kadını Kurtuluş Savaşı'na bizzat katılmakla kalmadı. Cephedeki erkeğinin yiyeceğini, giyeceğini de temin etti. Cephanesini taşıdı. Aile Ocağı’nın tütmesini sağladı. Bu durumu Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu'nun tüm cephelerinde görmek doğaldı. Atatürk bunu Konya'da Hilal-i Ahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi'nin düzenlediği toplantıda ifade etmiştir; "Hanımlarımızın harekât-ı askeriyede millî mücadelenin muvaffakiyetle isalinde gösterdikleri hizmet ve muavenet orduya yapılan hizmetlerin en kıymetlilerinden birini teşkil etmektedir.''


"Dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu Kadını’ndan daha fazla çalıştım, milletimi halâsa ve zafere götürmekte Anadolu Kadını kadar hizmet gösterdim diyemez."


"Çift süren, tarlasını eken, ormandan odununu kesen, mahsulatı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanını tüttüren bütün bunlarla beraber kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî fedakar İlahî Anadolu Kadını olmuştur. Binanaleyh hepimiz bu büyük ruhlu, büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnede edebiyen tâziz ve takdis edelim."


Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştı. Ancak Mustafa Kemal için asıl bağımsızlık savaşı şimdi başlıyordu.

Bu savaş toptan çağdaş uygarlığa erişme savaşıydı. Mustafa Kemal çağdaş uygarlığa geçerken elbette kadın erkek ayırımı yapamazdı. Çünkü o, Kurtuluş Savaşı'nda erkeklerden beklediği hizmeti kadınlardan da beklemişti. Hizmette de ödülde de kadın, erkek ayırımı yapmamıştı. Atatürk'ün bu düşüncesi onun devrimlerinde de kendisini açıkça gösteriyordu. Atatürk Devrimleri dediğimiz devrimlerde her konuda kadın, erkek birlikte düşünülmüştü. Toplumun yarısını ilerletirken, yarısını cahil bırakmak devrimlerin başarıya ulaşmaması demekti. Çünkü ona göre insanlar iki cins olarak yarıtılmıştı. Bunlar birbirini tamamlayan ve var edenlerdi.


Bu görüş kadim Türk tarihininin eski dönemlerinde de aşağıdaki Uygur Yaradılış Efsanesi'ni konu alan arkeolojik bulguda muhteşem bir sanat üslubu ve simgeleştirmesi ile anlatılımıştır;

Uygur yaratılış efsanesinde Fuxi ve Nüva. Günümüz Doğu Türkistan'ındaki Turfan Astana kurganlarında bulunmuş Uygur Türklerine ait bir mezar örtüsü. (7.yy. günümüzden 1300 yıl önce…). Burada Kadın/Erkek eşitliği o kadar güzel ve derin bir anlam içerisinde anlatılımış ki, hayran kalmamak mümkün değil. Evren'in yaratılışında dahi Kadın ve Erkeğin yani zıtlıklar ilkesinin bir uyum, gelişim, devinim-dönüşüm içerisinde olduğunu görmek mümkün. Uygurlar bilinen tarihte yerleşik düzene geçen Türk Devletlerinden biri olup bayraklarında da ''Kadın ve Erkek'' birlikte yer almıştır. Uygurların inanç sistemi Şamanizm-Budizm ve Maniheizm inanç sistemlerini içinde harmanlayan bir inanç sistemi idi. Osmanlı ve Selçuklu Türk İslam Devletleri dönemi öncesi binlerce yıllık Türk Kültür tarihinde bir çok boy, budun, devlet ve imparatorluğun kurulduğu göçer-bozkır uygarlıkları dönemlerinde Kadın her bakımdan Erkeğe eşitti. Doğurganlığının yanı sıra, savaşçılığı, aile ocağının yönetimi, gerektiğinde devlet yöneticiliği vasıfları ile topluluğun söz sahibi liderlerindendi. (Bu konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz. ''Katun Irmağı, Altaylar'', ''Buz Prensesi ve İlk Dövmeler'', ''Uygurlar'da Fuxi ve Nüva-Gönye ve Pergel'' makaleleri...).


Atatürk Türk Kadını’na haklarını verirken Kurtuluş Savaşı'nda kendisiyle birlikte çalışan kimi arkadaşları onun düşüncesine katılmadılar. Onlara göre Türk Kadını henüz bu seviyeye gelememişti, çok cahildi (burada cahil bırakılmıştı demek daha doğru olur kanısındayım)... Hattâ devrin en aydın kadınlarından olan Halide Edip de bunlar arasındaydı. Mustafa Kemal' in ilk yaptığı işlerden biri olan vapur ve tramvaylardaki perdelerin kaldırılmasına karşı çıkmışlardı.


Mustafa Kemal bu gibi düşüncelerden hiç etkilenmedi, yılmadı ilk olarak Türk Kadını’nın Kurtuluş Savaşı’nda yaptığı işleri ve başarılarını, yurt savunmasındaki katkılarını ortaya koymakla işe başladı. Çünkü o her hakkın bir görev karşılığı olduğunu biliyordu. 1918'lerde henüz askerî zaferin kazanılmadığı bir tarihte onun kafasında eline büyük bir yetki geçtiği takdirde yapacağı sosyal devrimlerin planı vardı. Bu plan devrimleri yavaş yavaş halkı alıştırmaya çalışarak değil, birden bire ve bir anda yapmaktı. Çünkü o bunca yıl edindiği eğitim, bilgi ve görgüyü cahil halkın düzeyine indirmeyi değil, onları kendi düzeyine çıkarmayı düşünüyor "ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar" diyordu. O, elde ettiği yetkiyi kendi çıkarları için değil, ulusu ve insanlık için kullanan enderlerdendi…


Uygar yaşamda çalışan bir erkeğin sosyal ve düşünsel yaşam için eşinin de aynı düzeyde olması gerektiğini anlatarak ileri görüşlülüğünü bir kez daha ortaya koyuyordu. Atatürk kadın meslesinde çok cesur olmak gerektiğini, onların açılmasının, dimağlarının bilim ve fen ile doldurulmasının korkulacak bir şey olmadığını, bu gibi kaygıların yersiz olduğunu anlatmaya çalışıyordu.


Atatürk'e göre kadın eğitimi çok önemliydi. Kadınlar erkeklerin geçtiği bütün eğitim derecelerinden geçmeliydi. Çünkü, ilk eğitim verilen yer ana kucağı, ilk dilin adı ‘’Ana Dil’’ idi.


Atatürk kadının en önemli görevinin ‘’analık’’ olduğunu söylemesine rağmen erkeklere açık olan bütün iş sahalarının kadınlara da açılmasını istemişti. Türk Kadını’na sonsuz güveni olduğunu, erkeklerin çalıştığı bütün iş alanlarında kadınların da çalışabileceklerini bunu Kurtuluş Savaşı'nda kanıtladıklarını, üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yaptıklarını her yerde tekrarlamıştı. Savaştan sonra vatanın yeniden düzenlenmesini erkekler kadar kadınlardan da beklemişti.


Atatürk giyim-kıyafet konusunda da kadın/erkek ayırımı yapmamış, erkek giyimini çağdaşlaştırırken kadınların da aynı çağdaş giysileri giymeye hakları olduğunu ifade etmiştir. Mustafa Kemal kadın giyimi konusunda aşırılıklardan yana değildi. Aslında onun için kadınlık meselesinde şekil ve kıyafet ikinci planda yer alıyordu. O yaşamın her alanında kadının, erkekle birlikte yükselmesini, Batı ve Avrupa kadınlarının üstüne çıkmasını istiyordu.

O, sosyal yaşamda da kadının yerini almasını arzu etmiş, çıktığı yurt gezilerine eşini de götürerek örnek olmuştu. Verdiği davet ve balolara kadınların da katılmasına bilhassa önem vermişti. Onun en yakın arkadaşları dahi onu anlayamamışlardı. Hattâ bir gece yakın arkadaşı Fuat Bulca'nın evine gelen Mustafa Kemal "Hanımefendi nerede" diye sorunca Bulca oldukça sert davranmıştı. Mustafa Kemal arkadaşının o anki ruh halini yadırgamadı. Hatta böyle bir karşılık göreceğini bile bile "Hanımefendi nerede?" diye sormuştu. Çünkü o henüz uzun bir yolun başında olduğunu biliyordu. Kadınlık konusundaki katı bağnazlığı silmek, kadını bir tabu olmaktan çıkarmak normal hayatın içine dahil etmek istiyordu. Mustafa Kemal hiçbir zaman hisleriyle hareket etmedi. O akılcı gerçekçi tavrını her konuda olduğu gibi kadın konusunda da ortaya koydu.

Annesine karşı derin bir sevgi ve saygı besliyordu. İzmir Karşıyaka'da annesinin mezarı başında çok içli bir konuşma yapmıştı. Ona olan derin sevgi ve hürmetini vatan sevgisiyle birleştirerek ulvileştirmişti. Atatürk'ün Türk Kadını’na duyduğu güven ve sevginin temeli annesine duyduğu sevgi ve güvende yatıyordu. Mustafa Kemal vatanı ana (Ana Vatan) gibi görüyordu. Annesinin mezarı başında onu kaybetmenin acısını, ancak vatanın kurtuluşu sevinciyle hafifletebiliyordu. Annesinin ihtar ve nasihatlarını dinler, ancak kendi akıl ve mantığına ters gelirse uymazdı. Etki altında kalmazdı. Çünkü onun kendisinden bir nesil geride olduğunu, onun düşüncelerini aynen uygulamanın geriye dönüş olabileceğini düşünürdü. Fakat hiçbir zaman ona isyan ederek gönlünü de kırmazdı. Mustafa Kemal'in annesi ve kızkardeşi onun yaptığı tüm devrimlerde ona inanmış ve desteklemişlerdi.


Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde seçim kanunu değiştirilirken ilgi çekici tartışmalar oluyordu (Nisan 1923). Bu seçim kanununda kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmediği gibi milletin bir ferdi olarak da sayılmıyordu. TBMM üye sayısı erkek nüfusa göre tespit edilmişti. Elbette ulusun yarısını saymayan bir seçim sistemi demokratik olamazdı. Mustafa Kemal ile arkadaşları arasındaki önemli fark burada da çok açık bir biçimde ortaya çıkıyordu. O, TBM Meclisi'ndeki arkadaşları gibi kadınların oyları için vekaletlerinin kocalarında ya da babalarında olmasını kabul etmiyor, kadınların da erkekler gibi düşünme ve anlama yeteneğine sahip olduklarını dolayısıyla onların erkeklerle eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gerektiğini düşünüyor ve buna göre hareket ediyordu. Türk Kadını’na kişilik kazandırmada kararlıydı. Çağdaş dünya gidişatına ayak uydurmak için bunun elzem olduğunu biliyordu.


Türkiye'de kadınlar 3 Mart 1924'de kabul edilen ‘’Tevhid-i Tedrisat Kanunu’’ ile ‘’erkeklerle eşit eğitim öğretim hakkı’’ na sahip oldular; Türkiye'de eğitimin demokratikleşmesi bu kanunla olmuştu.


Mustafa Kemal'in istediği sistem kız erkek tüm çocuklara ve modern dünyanın değerlerine açık olan eğitim idi. Bunu medresenin sağlaması imkansızdı. Medrese Osmanlı İmparatorluğu'nda belirli bir zümre içindeki erkek çocukların eğitimine ayrılmıştı. Burada demokratik ve laik bir eğitimden söz edilemezdi. Çağdaş demokratik bir eğitim ancak, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile gerçekleşti.


1927'de din dersi zorunlu olmaktan çıkarıldı. Böylece, eşit eğitim olanaklarına kavuşan Türk Kadını’nın her meslekteki yetişme çabası ve aldığı hizmetler kendisinin diğer kanunî haklara sahip olabileceği düşüncesini uyandırdı.


1926 yılında İsviçre Medenî Kanunu’ndan yararlanılarak, ‘’Türk Medenî Kanunu’’ çıkarıldı. Bu kanunla Türk Kadını birçok temel haklarına en ileri uygarlık düzeyinde ulaşmıştı. Bu arada İsviçre’nin kadınlara seçme-seçilme hakkını ancak 1971’de yani Türkiye Cumhuriyeti’nden 37 yıl sonra verdiğini hatırlayalım…


Medenî Kanunun Türk Kadını’na sağladığı en önemli haklar, çok evlenmenin kalkması ve boşanma hakkının kadınlara da tanınması idi.


Atatürk kadının siyasî yeterliliği olmaması konusunda akla uygun hiçbir neden olmadığını biliyordu. Türk Kadını’na ‘’seçme ve seçilme hakkı’’ nın verilmesinde Türk Ocakları’nın çok büyük katkıları olmuştu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, çok önemli fonksiyonlardan birisini de Türk Ocakları yerine getirmiştir. 10 Nisan 1931’de 276 şubesi ve 30 bin üyesi ile Türk Ocakları, ülkemizin en dinamik ve birinci derecedeki kuruluşlarından birisi idi. Atatürk, Meşrutiyet döneminden beri ulusçu, halkçı ve uygarlıkçı düşünceleri savunan, Türk aydınlarını ve gençliğini çatısı altında toplayan, Ateşkes döneminde ulusal uyanışı sağlamada büyük yararlıkları görülen Türk Ocakları’nı, maddi ve manevi yönden destekleyerek, Ocaklar vasıtasıyla çağdaş Türkiye ülküsünün halk arasında yayılmasını amaçlamıştır.


Türk Ocakları’nın en çok önem verdikleri konulardan biri de Türk Kadını idi. Burada kadın erkek ayırımına sertlikle karşı çıkılmış, ailenin temelini oluşturan kadınlığın savsaklanmasından yakınılmıştı. Kadının siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamda yerini alması gerektiğini savunmuşlardı.


Türk Ocakları’nda İstanbul, Ankara dışındaki şubelerde de kadınlar tarafından çeşitli konularda konferanslar verilmiş ve bunlar ilgiyle izlenmişti. Konferansların dışında gösteriler, konserler ve müzik faaliyetleri yapılmıştı. 17 Ocak 1924 tarihinde İstanbul Türk Ocağı'nda Nezihe Muhittin Hanım bakanlar kurulunda "aile hukuku" konulu bir konferans vermişti.


Nezihe Muhittin Hanım 1927'de yaptığı bir kongrede de ‘’kadınlara oy hakkı’’ tanınmasını ve kadınların ‘’yerel seçimler’’e katılmasını istiyordu. Afet İnan Hanım da 1930 yılında kadınların "İntihap-Seçme Hakları" konulu bir konferans vermiş ve Atatürk de bunu dinlemişti. Bu konferanslar büyük ilgi görmüş, basın tarafından da sıkı bir şekilde takip edilmişti.


Sonuç olarak; Atatürk'ün olmazsa olmaz desteği ve çabaları ile birlikte Türk Kadını, 3 Nisan 1930'da belediye, 5 Aralık 1934'de ise milletvekili seçme ve seçilme haklarıyla erkeklerle eşit bir duruma geldi.


Atatürk siyasî ve sosyal hakların kadın tarafından kullanılmasının insanlığın mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli olduğuna emindi. Bu karar Türk Kadını’na sosyal ve siyasî yaşamda bütün ulusların üstünde yer vermişti.

Atatürk çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk Kadını’nı artık geçmişte aramak lazım geleceğini, Türk Kadını’nın evdeki uygar düzeyini hakkı ile sağlamlaştırdığını, iş yaşamının her alanında başarı gösterdiğini, siyasî yaşamda belediye seçimlerinde tecrübesini kanıtlayan Türk Kadını’nın bu sefer de millet vekili seçme ve seçilme yoluyla haklarının en büyüğünü elde etmiş olduğunu söylüyordu.


Bu haklar Türk Kadını’nın uzun mücadelelerden sonra elde ettiği haklar değildi. Batıda kadınlar daha Fransız İhtilali (1789-1799) döneminde statülerinde bir değişiklik istemeye başlamışlardı. Batıda kadın hareketleri başlangıçta kendini topluma kabul ettirmiş etkili kadınlarca yönetiliyordu. Kadınlar hukukî ve siyasî haklarını yavaş yavaş, kademe kademe elde ettiler.


Ancak 20. yüzyılın başlarında Türk Kadını’nın pasif uğraşması kapanmadan kurtulmak, sokağa serbest çıkabilmek, erkeği ile yan yana arabaya binebilmek, eğitim öğretim imkanlarından faydalanabilmek içindi. Bu konuda kamuoyundaki tutucu zihniyetin yıkılmasına çalışılıyordu.


20. yüzyılda Türk kadınlarının yazılarında sosyal meseleler ele alınmıştı. Fakat bu istekler batı ülkelerindeki gibi örgütlü bir sistem içinde değildi. Bireysel özgürlük istekleri vardı.


Burada akla şöyle bir soru gelebilir. Mustafa Kemal Türk Kadını’na bu hakları vermeseydi, acaba Türk Kadını bu haklarını elde edebilecek miydi?... Türk Kadını bu haklarını ergeç kazanacaktı. Ama kimbilir kaç yıl ve nice kurbanlardan sonra…


Batı Kadını’nın 18. yüzyıldan beri örgütlenerek, savaşım vererek kazandıkları haklarını Türk Kadını Mustafa Kemal'in cesareti, kararlı tutumu, ileri görüşü, çağdaş uygarlığa erişme isteği sayesinde çok kısa bir sürede hatta birçok Batı ülkesinden önce elde etti.


Burada karşılaştırma açısından bazı ülkelerden örnekler verelim:


Kadınların siyasî haklarını kazanmaları:

· Türkiye Cumhuriyeti 20 Mart 1930 Belediye, 05 Aralık 1934 milletvekili

· Finlandiya 1906 - kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi

· Avusturya 1918

· Belçika 1921 seçme, 1948 seçilme

· Danimarka 1915

· Fransa 1944

· Japonya 1945

· Çin 1949

· F. Almanya 1919

· Yunanistan 1952

· İtalya 1945

· Norveç 1907 seçme, 1913 seçilme

· İspanya 1931

· İsveç 1921

· İsviçre 1971

· İngiltere 1928

· ABD 1920

· Rusya 1917

· Kuveyt 2005


Atatürk uygar ülkelerin birçoğunda kadından esirgenen bu hakkın bugün Türk Kadını’nın elinde olduğunu ve onu yetkinlikle kullanacağını ifade ediyordu. Fakat şunu ilave etmek gerekir ki, Türk Kadını bu yeni duruma çok kolaylıkla uyum sağladı. Atatürk'ün kendisine verdiği hakların kıymetini bildi, Atatürk Türk Kadını’na haklarını bütünüyle vermişti. Fakat bu hakların zamanın seyri içinde geliştirilmesi ve iyi kullanılması da en az verilişi kadar önemliydi.


Çağdaş Türk Kadını’nın niteliğini belirleyen en önemli nokta onun bu haklarından hiçbir şekilde ödün vermemesi ve zamanın seyri içinde bunları geliştirebilmesi olmuştu. Atatürk köy kadınını fazla zorlamadı, bunu zamanın seyrine bıraktı. Köy kadını evin dışında çalıştığında şehir ve kasaba kadınına göre daha hürdü. Onun asıl korktuğu şehirdeki ‘’harem zihniyeti’’ idi.


Türkiye kadına erkekle eşit hukukî statü sağlamış ilk Müslüman ülkedir. Bu diğer Müslüman ülkelere de cesaret kazandırmıştı. Mustafa Kemal'in ideolojisi ya da Kemalizm dediğimiz ideoloji hiçbir zaman dogmatik ya da totaliter bir ideoloji olmadı. Kemalizm'i demokratik ideolojiler arasında görmek en doğru olanıdır. Kadınlara eşit eğitim imkanı ve eşit hukukî statü sağlaması, onun Türk Kadını’nı çağdaşlaştırmak istemesi kadar demokrasi anlayışının da yansımasıdır. Mustafa Kemal hiçbir donmuş ve kalıplaşmış ilke bırakmadı. Zamanın hızla döndüğü bir dünyada asla değişmeyecek yargılara bel bağlamanın, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olduğunu söyledi. Bu da Mustafa Kemal'in akılcılığının ve gerçekçiliğinin bir parçası idi. Bugün çağdaş olan, yarın olmayabilir. Onun için çağdaş olmak demek daima ileriye yönelik olmak demektir. Atatürk'ün tuttuğu yol budur.


Cumhuriyetimizin 100. Yılında (2023) 84 milyon nüfuslu günümüz Türkiyesi’nden bazı istatistiksel gerçekler :


· Kadınların iş gücüne katılım oranı % 34

· Okuma yazma bilmeyen kadınların oranı % 4.2 (yaklaşık 3.5 milyon)

· İlkokul mezunu olanların oranı % 22.5 (18.9 milyon)

· Lise veya dengi okul mezunlarının oranı % 22.4 (18.8 milyon)

· Yükseköğretim mezunu olanların oranı % 17,6 (14.8 milyon)

· Bilgisayar kullanım oranı erkeklerde % 60,2 iken kadınlarda bu oran % 39,8

· Üst düzey kadın yönetici oranı % 9,3

· Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili oranı %14,4' tür. Ülke karşılaştırmalarına bakıldığında, bu oranın en yüksek olduğu ülkelerin %52,6 ile Norveç ve %52,2 ile İsveç olduğu görülmektedir.


Sonuç olarak ;

Günümüzde kadınların sosyal ve ekonomik konumlarını iyileştirmek için sorumluluk sahibi tüm taraflarca çalışmalar yapılması ve olumsuz göstergelerin iyileştirilmesi gerektiği bir gerçektir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki büyük kalkınma ve çağdaşlaşma hamlelerinin ivedilikle ve tekrar yürürlüğe konulması ve başta eğitim olmak üzere Atatürk devrimlerinin kaldığı yerden devam ettirilmesi ile birlikte Cumhuriyet'in ''fabrika ayarları'' na dönülmesi elzemdir.


Türkiye’mizdeki ‘’Kadın Hakları’’ yalnızca ‘’Başörtüsü’’ ile sınırlı olmamalıdır.


Gerçek kültürümüz olmamakla birlikte, tarihin belirli dönemlerinden itibaren yaşamımıza girmiş olan Ataerkil aşiret, ağalık, tarikat, tek adam ve sorgulamadan biat etme alışkanlık ve kalıplarının demokrasi ve insan hakları kültürleri ile yer değişitirmesi girişimleri ve bu konuda toplumsal mutabakatın sağlanması çok önemlidir.


Çağdaşlık ilkesini ‘’kadın hakları’’ na uyguladığımızda Atatürk döneminde verilen haklarda da bazı gelişmeler olması gerekir. Bu gelişmelere yönelik çalışmaların yapıldığını görmekle birlikte özellikle günümüzde her geçen gün artmakta olan kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri ve aile içi şiddet vakalarını ortadan kaldırmaya yönelik ‘’İstanbul Sözleşmesi’’ ne bir an önce geri dönülmesi gereğini vurgulamak istiyoruz. Ayrıca 6284 sayılı kanuna sahip çıkılması ve her iki cins için de uygulanması elzemdir.


Bilindiği gibi, İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından İstanbul’da imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen ‘’uluslararası insan hakları sözleşmesi’’ dir.


20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda sözleşmeden çıkılmasına karar verilmiştir. Bu karar çağdaşlıktan koparak tarihin karanlık dönemlerine geri dönüş niteliği taşımaktadır. Bu vahim hatadan geri dönüleceğine inancımız tamdır. Çünkü;


Bu gidiş elzemdir, er veya geç yolunu bulacaktır. Bundan korkmamak gerekir. Türk Kadını için artık geriye dönüş söz konusu değildir. Türk Kadını Atatürk'ün gösterdiği ışıklı yolda çoktan yürümeye başlamıştır. Kendisi, ülkesi ve insanlık için en doğru yol budur. Modern Türk Kadını ve tüm dünya kadınları bunun bilincindedir.


Kaynaklar :

CAPORAL, Bernard, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Ankara 1982.






177 görüntüleme5 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

5 commenti


Badesim Kubak
Badesim Kubak
12 mag 2023

Bu çalışma için çok teşekkürler, bu halkımızda herkesin bilmesi gereken bir tarih. Umarım birçok kişiye daha ulaşır 🙏🏻

Mi piace
Haluk Hızlıalp
Haluk Hızlıalp
12 mag 2023
Risposta a

Badesim, değerli yorumun için teşekkür ederim; senin bu siteye katkın ve sosyal medyada yapmakta oldukların çok değerli ve önemli…Başarılarının ve katkılarının devamını diliyorum…🙏❤️

Mi piace

hyalcinkaya1
11 apr 2023

Kadın Hakları konusundaki bu çok önemli çalışma için teşekkür ediyorum. M Kemal Atatürk o günün şartlarında bu konunun ne denli önemli olduğunu görmüş olmasına rağmen toplumda gerekli konsensüs sağlanarak kadına seçme ve seçilme hakkının verilebilmesi için 1934 yılına kadar sabırla beklemiştir.Esasen kendi Öz kültürümüzde bulunmayan kadının toplum hayatı İle ilgili bu olumsuz durumun halkımıza sonradan empoze edildiği bilinmektedir. Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış ülkelerde olduğu gibi Kadın Haklarının en üst düzeyde uygulamasını takiben İnsan Haklarının konuşulduğu bir Ülke olmamız dileğiyle sevgi ve saygılarımı sunarım.

Mi piace
Haluk Hızlıalp
Haluk Hızlıalp
11 apr 2023
Risposta a

Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Gerçekten de öz kültürümüzde olmayan bir kalıp bizi yüzyıllarca etkilemiş, umarım bundan sonra bu kalıptan kurtulup özümüze döneriz...

Mi piace

Alkış..Alkış..Alkış 👏 Müthiş ve çok bilgilendirici bir yazı ki öz kültürümüze baktığımızda, Türk yaşam döngülerinin birçok evresinde feminizmin köklerini buluyoruz.

Kadın Erkek eşitliğinin sadece kadın için değil, hem erkekler hem de insanlık için önemi büyük.

Sanırım geleceğe bırakılacak en büyük miraslardan olan bu konu için en önemli adımlardan biri bilgimizi arttırmak ve öz kültürümüzü hatırlamaktır. Türk Kitabında da bu konuları işlediğini biliyorum, katkıların için tekrar tebrik ederim.

Bir kez daha gurur duydum.


Mi piace
Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page