top of page

FİLİSTİN ve İSRAİL

Güncelleme tarihi: 21 Eki 2023

1917’ de Osmanlı bölgeden çekildiğinde Filistin’de 50 bin civarında Yahudi ve 650 bin Müslüman ve Hıristiyan Arap vardı. Hemen belirtmek gerekir ki Filistin'de üç semavi dine mensup halkların barış içinde yaşadığı dönem (1516-1917) 400 senelik Osmanlı yönetimi dönemidir.

1947' ye kadar Filistin İngiliz manda yönetimi altındaydı; 1947’de ABD; Birleşmiş Milletler'i (BM’i) kullanarak Filistin’i böldü ve yarısından fazlasını Yahudilere verdi. Elli bin Yahudi 30 yılda 600 bin olmuştu; çünkü dünyanın dört bir yanından Yahudiler İngilizlerin de yardımıyla Filistin’e taşınmıştı. Bu bir anlamda Hitler soykırımına seyirci kalan Batı'nın bu ayıbını örtmek üzere Yahudilere karşı bir sorumluluğu gibi gösterilse de Ortadoğu'ya bir ''vekil devlet'' tayin etmek amacını da taşıyordu.


1948’de kurulan İsrail devleti; topraklarını ele geçirdiği yüz binlerce Filistinliyi korku-zorlama-terör yöntemleriyle ülkelerinden uzaklaştırdı. Böylece Filistinli mülteciler komşu Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır ve başka ülkelere sığınmak zorunda kaldı ve şu anda sayıları 7,2 milyon.

‘Filistinliler toprağını satıp kaçtı’ ifadesi bir algı yönetimi çabası olup; gerçeğin küçük bir kısmını yansıtmaktadır.

1948’de İsrail devleti kurulduğunda Yahudilerin Filistin’deki tapulu malları Filistin yüzölçümünün %6’sını geçmiyordu. Bunun da yaklaşık %0.5’i Filistinlilerden (korkutarak ve tehdit ederek, Deir Yasin katliamı - 09 Nisan 1948), bir bölümünü bazı Lübnanlı ve Suriyeli toprak ağalarından (5/6 katı fiyat vererek), bir bölümünü II. Abdülhamit döneminin (1890'lı yıllar) Osmanlı vali ve kaymakamlarından ve daha çok İngiliz sömürge yönetiminden almışlardı. Haritadan da görüldüğü üzere İsrail 1947 Birleşmiş Milletler taksim planına da uymamaktadır.


İsrail'in 30 Mart 1976'da binlerce dönüm araziye el koyması, Filistinliler tarafından her yıl Toprak Günü olarak anılıyor. Filistinliler, 40 yıldır işgal edilen toprakları ve hayatını kaybedenler için anma etkinlikleri düzenliyor.

Toprak Günü, İsrail'le Filistin arasındaki çatışmanın kaynağı olan toprak konusunda Filistinlilerin sebatının bir simgesi olarak ta görülüyor. Filistin Toprak Günü'nün geçmişi "Nekbe" olarak bilinen 1948'de İsrail'in kurulması ve sonrasındaki olaylar zincirine kadar uzanıyor. Filistin İstatistik Merkezi'nin Mart 2015 verilerine göre İsrail, 27 bin kilometrekarelik Filistin topraklarının yüzde 85'ine el koymuş durumda. Filistinliler ise bu alanın sadece yüzde 15'ini kullanabiliyor.

Gündemdeki başka bir yakın tarih iddiası ya da sloganı ise ‘Araplar Türkleri-Osmanlı'yı arkadan vurdu' şeklindeki genelleme sosyal medyada yer alıyor. Peki bu ne kadar gerçek ?...


1908'de II. Abdülhamid tarafından Mekke Şerifi olarak atanan ve 1916-1924 arası Hicaz Kralı olan Arap lideri Şerif Hüseyin’in ayaklanması 1916’da gerçekleşmiş ancak öncesinde 1908 ve 1911’de Osmanlı'daki İttihatçı/Osmanlı çekişmeleri ve özellikle Balkanlarda her yerin kaybedilmiş, Kıbrıs'ın elden gitmiş, Ermeni ayaklanması ve tehcirin yaşanmış ve I. Dünya Savaşı’ndan büyük yenilgi ile çıkılmış olması devleti dağılmanın eşiğine getirmişti.


‘Osmanlı’yı arkadan vuran’ Şerif Hüseyin Haziran 1916’da ayaklanmayı başlattığında binlerce Arap tebaanın da Osmanlı ordusu saflarında Balkanlar’da, Çanakkale’de ve Sarıkamış cephelerinde Türklerle birlikte savaşmış olduğunu unutmamak gerekir. Mustafa Kemal’i ‘eşkiya' yani terörist ve 'vatan haini' ilan eden Vahdettin ise Şerif Hüseyin’i ayaklandıran İngilizlerle işbirliği yapıyordu!

Yine çeşitli sosyal medya ortamlarında Şerif Hüseyin’in bayrağındaki renklerle ilgili dillendirilen spekülasyonlara gelelim. Bu asılsız söylemlere göre bu renkler Osmanlıya ayaklanmayı ve Türkleri öldürmeyi ifade ediyor? Aslında Google’a bir bakıldığında her şey görülüyor. Bayraktaki beyaz renk Emevileri, siyah renk Abbasileri, yeşil renk Fatimileri (yani Şii İsmaili mezhebini) ve kırmızı renk ise Haşimi aşiretini temsil ediyor; yani bir anlamda ''panarab'' Arap Birliği anlamında oluşturulmuş aslında.


Ancak bu bağlamda I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı İngiliz casusu Arabistan'lı Lawrence'ın başlattığı kışkırtmalarla patlak veren Arap isyanlarını ve günümüze kadar da devam eden bölge coğrafyalarının cetvelle çizilmesi sonrası (özellikle Suriye-Irak...) demografiyi değiştirme amaçlı ''Araplaştırma'' ve ''Kürtleştirme'' projelerini gözden kaçırmamak gerekir.

1948 ilk Arap- İsrail savaşından sonra ikinci savaş olan 1967 savaşında İsrail geri kalan Filistin toprağı Batı Şeria ve Gazze ile birlikte Suriye’nin Golan ve Lübnan’ın Şebaa bölgelerini ve Sina Yarımadası'nı işgal etti ancak daha sonra Sina'yı tekrar Mısır'a bıraktı.


Yani Batı Şeria ve Gazze 56 yıldır işgal ve kuşatma altında (İsrail 2005’te Gazze’den çekildi ama kuşatma-abluka sürüyor).

Geçen süre içinde İsrail onlarca kez Gazze’yi bombaladı, binlerce insan öldü, sakat kaldı. Batı Şeria’da olduğu gibi binlercesi hapislere atıldı.

O zamanlar (1964'ler) Hamas yoktu ve Filistin halkının önderliğini Filistin Kurtuluş Örgütü’nün lideri Yaser Arafat yapıyordu. FKÖ’deki grupların büyük bölümü sosyalist-devrimci ve solcuydu ve bundan dolayı bölge ve Türkiye siyasal-islamcıları Filistin halkının mücadelesine destek vermedi. Bu destek Türkiye’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, dünyada ise komünist ve sol eğilimli ülke, parti ve örgütlere kalmıştı. O sıralar ( bir çok yerde şimdi de öyle) siyasal-islamcılar emperyalizmin hizmetindeydi.

Filistin ve İsrail’in yüzölçümü 27 bin kilometrekare. Bunun 21 bin km karesi İsrail’in; geri kalan ise Batı Şeria ile Gazze ve burada yaklaşık 5.5 milyon Filistinli yaşıyor. İsrail’de ise yaklaşık 8 milyon Yahudi var ve bunlar arasında 750 bin Filistinli Müslüman ve Hıristiyan yaşıyor...

Şimdi diyelim ki büyük savaş çıktı ve insanlar birbirine girdi o zaman herkes herkesi boğazlar ve bu iş biter. Üstelik Yahudilere yardım edebilecek (teorik olarak) dünyada toplamda on milyon Yahudi varken Filistinlilere yardım edebilecek (pratik olarak) en az bir milyar Arap ve Müslüman var. Bu arada Arap ve Müslüman ülkelerdeki ABD ve İsrail işbirlikçisi iktidarları da unutmayalım.

Bu gerçeklere rağmen İsrail durmuyor. 1978’de Mısır Camp David’de , 1993’de Arafat Oslo’da ve 1994’de Ürdün İsrail ile barış anlaşmaları imzalamasına rağmen İsrail yönetimi saldırganlıklarına devam etti. 2020’de BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas benzer anlaşmalar imzaladı ama Yahudiler Filistinlileri öldürmeyi (son üç yılda tüm genç ve 900 kadar çocuk), evlerini yıkmayı, binlercesini hapislerde süründürmeyi ve canları sıkıldıkça Gazze’yi bombalamayı sürdürdüler.

Oysa bu sorunun çözümü çok zor değil; İsrail işgal ettiği topraklardan çekilecek, bağımsız bir Filistin devleti kurulacak, üç dinin buluştuğu Kudüs iki devletin ortak başkenti olacak ve bu coğrafyada herkes huzura kavuşacak.

İsrail’i kuranlar ve onların Siyonist (İsrail dinci fanatik ve şeriatçı) söylemlerine inanarak dünyanın dört bir yanından Filistin topraklarına gelip yerleşenlere ''Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail devletine (BOP) ve yaklaşık 20 milyon Yahudinin dünyaya egemen olacağına'' inanan fanatikler ve bu görüşte olanlarla barış yapmak zor. Barış oldu mu siyonist/emperyalist ideolojinin geçerliliğini yitireceğini söylemek yanlış olmaz.


Güncel makro-sisyasal gelişmelere baktığımızda da bu olayların arkasındaki güçleri bir tarafta İran-Rusya ve Çin diğer tarafta da İsrail-Amerika-İngiltere ve diğer Batılı devletler ve yandaşları gibi düşünebiliriz.

Son yıllarda Orta Doğu'daki dünyayı da ilgilendiren gelişmeleri görmek faydalı olacaktır :


  • İsrail doğal gazı : İsrail, yeni doğal kaynaklarıyla kömürden kurtulmayı ve dünyada önemli bir enerji ihracatçısı olarak hem ekonomik hem politik bir kazanım elde etmeyi hedefliyor. Özellikle Arap ülkelerine ve Avrupa'ya ihracat planlanıyor. Ancak bu yapılırken Türkiye, İran dışlanılıyor.

  • Gazze açıklarındaki doğal gaz kaynakları önemli !

  • Son dönemdeki İsrail-Arap yumuşaması (İbrahim Anlaşmaları).

  • Son dönemdeki Arap-İran yumuşaması.

  • Karabağ ile ilgili İsrail-Azerbaycan yakınlaşması.

İşte bu karmaşık nedenler ve çıkar ilişkileri sebebiyle de son olaylar çok önemli.


Yahudilere ‘Dünyanın en güçlü devleti biziz. Bizim ordu ve istihbaratımızın üstüne yok’ diyen fanatikler herkese cesaret vererek İsrail’e gelmelerini sağlıyordu. Son olaylarla birlikte İsrail devletinin, ordusunun ve istihbaratının zaaf içinde olduğu görülüyor.


Ne yazık ki, binlerce ölü, yaralı ve esir var; muhtemel bir İsrail ordusu kara harekatıyla da (umarım olmaz) bu kayıpların artma olasılığı yüksek ve bu maalesef bir katliam ve soykırım olacak.


Hiç anlayamadığım ve hiçbir vicdani düşünce ile bağdaştıramadığım bu durumu ise, yakın tarihte Hitler soykırımından bu kadar çekmiş olan bir halkın devleti olan bu devletin (İsrail) nasıl olup ta bu soykırım ve eziyeti kendini savunacak hiçbir gücü olmayan savunmasız, mazlum bir halka reva gördüğüdür. İnanılır gibi değil ?!!!!?


Bundan böyle dışarıdan hiç bir Yahudi İsrail’e gitmeyi tercih etmez. İsrail’i yönetenlerin Filistinlilerin özellikle paylaştığı kötü görüntülerden etkilenen toplumun psikolojisini artık toparlaması zor. İş bununla kalmayacak gibi gözüküyor ve bir çok İsrail vatandaşı ilk fırsatta ülkeden kaçarak geldikleri vatanlarına dönmenin yollarını arayacaklar. Bununla birlikte özellikle Gazze'de yaşayan bir çok mazlum Filistin vatandaşı ise muhtemeldir ki Mısır, Libya ve bu ülkeler üzerinden Yunanistan ve İtalya'ya da göç etmeye çalışacaklar.


İsrail'deki mevcut iktidar dinci ve bağnaz bir koalisyonla iktidarını devam ettirmekte ve bu süreçte ''bazı yolsuzlukları örtmek'' için İsrail Anayasa Mahkemesi ve Yargı'nın yetkilerini kısıtlamaya çalışmakta. Bu sebeple bizdeki iktidara da ''özendiğini'' söylemek mümkün. Neredeyse yaklaşık bir yıldır (07.01.2023) İsrail'in sağduyulu halkı buna sokak ve meydanlarda ''İsrail yargı reformu protestoları'' adı altında büyük tepki göstermekte. İsrail'deki sosyal demokrat ve sol partiler ile birlikte duyarlı vatandaşlar bu konuda kararlı tutumlarını ortaya koyuyorlar. O yüzden meydana gelen bu olayları ve zamanlamasını değerlendirirken bu bakış açısını da ihmal etmemek gerekir diye düşünüyorum.


Hamas'a gelince; bu örgütün İsrail devleti ile, ve özellikle Mossad ve Şin Bet gibi gizli servis organizasyonları ile nasıl bir ilişki ve danışıklı döğüş içerisinde olduğunu İsrail yapımı bir Netflix dizisi olan ''Fauda'' da dahi görmek mümkün. FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü)' ne karşı ve onun önünü kesebilmek amacıyla Abd-Cia ve Mossad tarafından kurdurulmuş bir örgüt olan Hamas'ın dinci-fanatik-islamcı yapısı ağır basmakta. Çünkü El Fetih ve FKÖ ortak lideri olan Yaser Arafat'ın demokratik-sosyal-bağımsız bir Filistin Devleti hedeflemesi bunların işine gelmemekteydi. Hamas, 2007'de Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi'yle (El Fetih) yaşanan askeri çatışmanın ardından Gazze'nin kontrolünü ele geçirmiş oldu ve oradaki Filistin halkını baskı altında tutarak Gazze'yi bir üs haline getirdi.


Türkiye'deki siyasal islamcıların neredeyse tamamı da 28 Mayıs 1964' te kurulan FKÖ'nün bu demokrat-sosyalist yapısına şiddetle karşıydı. Türkiye'de FKÖ'nün tanınması 1978 Ecevit iktidarı sırasında olmuştur. Filistin ile dayanışma için ilk mücadeleye gidenler ise ülkemizin devrimcileri olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıdır. Gerek ülkemizde gerekse diğer Ortadoğu ülkelerindeki siyasal-islamcı kesimlerin büyük kısmının Filistin Meselesi'ndeki tepkilerinde samimi olduklarını söylemek bu bakımdan mümkün değildir.


Özetle; Filistin ve İsrail’deki güncel ve yakın tarihteki olaylarda sivil halkın bile bile öldürülmesi, eziyete uğraması hangi tarafın yaptığına bakılmaksızın savaş suçudur ve insanlık dışıdır. Bu bağlamda ne Hamas'ın Filistin'i ne de İsrail Netenyahu iktidarının İsrail devletini ve İsraillilerin tümünü temsil etmediğini söyleyebiliriz. Aynı ülkemizdeki mevcut iktidarın tüm ülkeyi ve vatandaşları temsil etmediği gibi...


Yani bu insanlık dışı savaş ve katliamı İsrailliler ile Filistinliler arasındaki düşmanlıktan kaynaklanan topyekün bir savaş olarak görmemek, öyleymiş gibi yani bir kimlik ve din savaşıymış gibi gösterilmeye çalışıldığını anlamak gerekir.


Demokrasiyi, sosyal devleti ve insan-vatandaş haklarını kendi çıkarları uğruna harcayan bu güç ve fanatik ideoloji sahiplerinin gerek İsrail-Filistin gerekse tüm dünyadan elini eteğini çekmesini ve gölge etmemesini diliyorum. Her iki güzel halkın da bir zaman gelip iki devletli bir düzende barış içinde, birbirlerinin haklarına saygı duyarak birlikte yaşayabileceklerine inanıyorum.


Kaynaklar :

Filistin Benimdir - Hüsnü Mahalli








http://www.geliboluyuanlamak.com/244_birinci-dunya-savasinda-osmanli-devletinde-araplar-talha-cicek.html

110 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Comments


Bir an evvel barış ve huzurun gelmesini diliyorum. Özellikle sivil halkın uğradığı zulüm affedilemez. Gerçekler ortada ama malesef güç menfaat gruplarının elinde. Çok üzücü..

Like
Haluk Hızlıalp
Haluk Hızlıalp
Oct 11, 2023
Replying to

aynen, zor da olsa barışın gerçekleşeceğini umut ediyorum.

Like
Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page