top of page

DENİZLİ


Denizli Seyirtepe - Horoz Heykeli

Türkiye’nin en gelişmiş şehirlerinden biri olan Denizli ziyaretimizin ilk durağı belediye tarafından yapılmış ve müthiş bir cazibe merkezi olan Seyirtepe idi. Büyük bir Horoz heykelinin yerleştirildiği alanda şehrin panoramik görüntüsü gerçekten etkileyici. Alanda parklar, çocuklar için eğlence merkezi, yeme içme alanları ve Denizli’deki horozların çeşitlerinin canlı sunumları var. Horoz deyip geçmeyin, bakın ne detayları var ;

  • Renklerine göre altı tipi varmış : Pamukkır, demirkır, al, siyah, kınalı, kürklü.

  • Vücut tipine göre: Yüksek boyun, küpeli, sülün olmak üzere üç tipi bulunurmuş.

  • İbik durumuna göre: Dar ibik, geniş ibik tipleri bulunur. Gül ibik tipi zamanla kaybolmuş.

Horozların ses tonları da üçe ayrılırmış; davudi, ince, kalın. Ötüş niteliğine göre; hüzünlü ses, net ses, dalgalı ses, cırtlak ses olarak dörde ayrılırmış (Ne anlatmak isterler acaba ?...). Ötüş sırasında vücut şekline göre; Kurt ötüşü, Aslan ötüşü, pus ötüşü, yiğit ötüşü gibi sınıflandırma yapılıyormuş. Kesik-kesik ötüş tipi yalancı ötüş olarak adlandırılırmış ve makbul değilmiş...


Bir de helikopter var ancak ne amaçla kullanıldığını anlamadık. Leziz bir kahvaltı yiyerek alanın güzelliğini yaşadık.

Hierapolis - Güney Roma Kapısı

Daha sonra vardığımız Hierapolis Antik Kenti'nde hızlı hareket etmemizle birlikte yaklaşık 4 saat alanı gezdik. Sıcak mevsimlerde yürüyerek zor bir parkur. Ancak mini araçlar kiralanıyor ve fiyatları 500 TL den başlıyor. Bu arada fiyatlardan bahsetmişken özellikle yazmak istediğimiz bir başka konu var; bu Antik Kent bölgelerinde yeme içme müthiş pahalı. Örnek verirsek bir ufacık bardak limonata 98 TL. Yanınıza içeceğinizi alıp gidin.


Pamukkale travertenlerinin hemen üstünde yeralan Hierapolis Antik Kenti, Denizli'nin 18 km. kuzeyinde yer alıyor. Antik kentin MÖ 2. yüzyılda Bergama krallarından 2. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama’nın kurucusu Telephos’un eşi Heira’dan aldığı düşünülüyor.


Bu bölgede ayakkabılarınızı çıkarıp suyun içine girmek adetten olmuş hatta bir çok turist mayo ve bikini ile suların içinde yüzüyorlar. Termal su ile şifa bulmaya çalışıyorlar sanki. Tehlike konusunda bir uyarı göremedik, ıslak zemin ve kaygan bölgeler var.


Kent, içerisinde tapınakların ve dinsel yapıların bulunduğu ve bu nedenle arkeoloji diline göre ''Kutsal Kent'' olarak nitelendirilmekte olan bir tarihsel bölge... Hierapolis Antik Kenti'nde geç Helenistik, Roma ve de erken Hıristiyanlık dönemlerinden olan bir takım kalıntılar yer alıyor.


Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği, tekstil ve dokuma kumaşları ile ünlü olan kent, Büyük Konstantin döneminde (MS 337) Frigya bölgesinin başkentliğini yapmış, Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olmuş. Bu özellikleri ile UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almakta...


Frontinus Caddesi: 4 metre genişliğindeki bu caddenin (plateia), kentin ana caddesini oluşturduğu düşünülmekte...


Agora: MÖ 7. Yüzyılda yaşanan depremden önce bu alan, yerleşim dışında, nekropolis ve atölye olarak kullanılıyormuş. Depremden sonra Frontinus Caddesi, ile doğudaki tepenin yamaçları arasında geniş bir alanda değişim sonucu Hierapolis Ticaret Agorası olarak düzenlenmiş...

Apollon Kutsal Alanı


Kuzey Bizans Kapısı: Kuzey Kapı, Güney Kapı’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anıtsal girişini oluşturmuş. Devşirme malzeme ile inşa edilen kapı, kare planlı iki kule ile desteklenmiş.


Gymnasium: Sütun dizisi, ve üzerinde yapının gymnasium olduğuna işaret eden yazıtlı bir sütunüstü kiriş parçası dikkat çekiyor.

Tritonlu Çeşme Binası: Apollon Tapınağı’nın yakınlarındaki çeşme binasıyla beraber şehirdeki iki büyük anıtsal binadan biri..

İon Sütun Başlıklı Ev: Ev Tiyatro’ya giden ikincil uzun bir yol üzerinde bulunmakta. Özel olarak önemli olan Bizans öncesi döneme tarihlenen duvar üzerine yazılmış yazıt...

Hierapolis Antik Tiyatro - MS 60-206 Severus Dönemi

Pamukkale'deki Hierapolis Antik Kenti'nde bulunan "Cehennem Kapısı" nın yüz yıllardır süregelen gizemi, modern bilim sayesinde çözüldü.


Pamukkale'deki travertenler, Türkiye'nin en gözde turizm noktaları arasında yer alıyor. Bu benzersiz yapı, 400 bin yıl boyunca zengin minerallere sahip doğal kaynak suyunun köpürmesi sonucu geride bıraktığı kireçtaşı kayalıkların yavaş yavaş birikmesiyle oluşmuş...


Bu doğal kaynak suyu yamaçtan aşağı akarken içindeki gazlardan da arınıyor. Böylece arkasında yaklaşık 3 kilometre uzunluğunda, 160 metre yüksekliğinde parlak beyaz kalsiyum karbonat tortusu bırakıyor.


Benzer bir yapı, Çin'de Huanglong ve ABD'deki Yellowstone Milli Parkı'nda da bulunuyor. Ancak ortak görüş, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Pamukkale'nin en muhteşem travertenlere ev sahipliği yaptığı yönünde.


Ancak Hierapolis, sunduğu tüm bu güzelliklere rağmen, Roma döneminde daha ''uğursuz'' bir nedenle de biliniyordu.

Cehennem Kapısı - Hades-Erlik Han - 3 başlı köpek Kerberos ve Yılanlar

Rivayete göre, yeraltına açılan "Cehennem Kapısı" da burada bulunuyordu. Yine o dönemdeki bu rivayetlere göre, bu kapıdan geçilerek girilen yeraltında üç başlı cehennem köpeği Kerberos'un ''zehirli nefesi'' yerden akıyor ve tanrı olarak kabul ettiği Erlik’ e, Hades'e (Plüton) masumları kurban veriyordu.


Bu nedenle buraya, "Cehennem Kapısı" olarak adlandırılan Plütonyum'un yanına Apollon Tapınağı inşa edilmiş. Artık buraya gelenler, tapınaktaki din adamlarına kendileri adına tanrılara kurban vermeleri için ödeme yapmaya başlamışlar. Din ticareti ve din bezirganlığı her devirde varmış...


Antik Roma döneminin ünlü tarihçilerinden Yaşlı Plinius ve Amasyalı coğrafyacı Strabon gibi dönemin önde gelen yazarları, bu kurban verme ayinlerini "tüyler ürpertici bir gösteri" olarak tanımlamışlar. Bir din adamı, kuzu ya da boğa gibi bir hayvanı tapınağın içine götürüyor ve sanki bir ilahi müdahale olmuş gibi hayvan oracıkta ölüyor, din adamı da canlı olarak dışarı çıkıyormuş...


Strabon, 17 ciltlik ''Coğrafya'' ansiklopedisinin 13. cildinde tanık olduğu bu ayin karşısında şaşkınlık duyduğunu gizlemeyerek, "İçeriye serçeleri attım, hemen oracıkta son nefeslerini verip yere düştüler" diye yazmış...


Bugün Apollon Tapınağı'nı ziyaret ettiğinizde bu dramatik sahnelerin gerçek olduğunu hayal etmek oldukça güç. Bugün burası etrafı, yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi, üzerinde mineral köpüklerin dolaştığı, yaklaşık 25 santimetre derinliğindeki berrak suyla dolu dikdörtgen bir küçük havuz ve bir yanında da kemerli bir giriş bulunan ''huzurlu'' bir mekan. Buranın üzerinde etrafı seyretmek isteyenlerin oturabileceği basamaklar ve Hades'in (Plüton) heykelinin kopyası bulunuyor.


Buranın yüzyıllar önce ölümlerle anılan bir yer olabileceğini düşünmek zor. Aksine, bunların rivayet ve efsane olduğunu düşünüyor insan. Aynı yere giren hayvanlar ölürken, yanlarındaki din adamları nasıl sağ kalabilirdi ki?...diye sormaktan da alamıyor kendini...


Bu deli sorular, Almanya'nın Duisburg-Essen Üniversitesi'nde jeolojik süreçler sırasında açığa çıkan gazlar üzerinde çalışmalar yapan volkan biyoloğu Hardy Pfanz'ın da aklını meşgul etmiş...


Pfanz, "Antik dönemin yazarlarının yazdıklarını okuduğumda, bu olup bitenin bilimsel bir açıklaması olup olmadığını merak etmeye başladım. Acaba bu Cehennem Kapısı volkanik bir havalandırma olabilir miydi?" diye merak etmiş...


Pfanz, teorisini test etmek amacıyla 2013'te Pamukkale'yi ziyaret eder: "Ne bulacağımızdan çok da emin değildik. Tüm bunlar uydurma efsaneler de olabilir. Hiçbir şey olmamış da olabilirdi. Ama kesinlikle bu kadar hızlı bir cevap almayı beklemiyorduk."


Pfanz, burayı ziyaret eder etmez aslında olan biteni çok hızlı bir şekilde kavrar: "Girişin çevresinde düzinelerce ölü hayvan gördük: Fare, serçe, karatavuk, birçok böcek, eşek arıları vb. Böylece anlatılan hikayelerin doğru olduğunu hemen anladık."


Pfanz, portatif bir gaz analizörü ile yapının etrafındaki havayı test eder ve testin sonucunda da çok yüksek düzeylerde karbondioksit olduğunu görür.


Normal havada karbondioksit oranı yalnızca % 0,04 civarında olur. Ancak Pfanz, tapınak etrafındaki oranın şaşırtıcı bir şekilde % 80'lere ulaştığını keşfedince şoke olduğunu belirterek, "Sadece birkaç dakika boyunca yüzde 10'luk bir karbondioksite maruz kalmanız yaşamsal bir tehdit yaratır. Buradaki miktar gerçekten ölümcül düzeydeydi" diye ilave eder...


Bu, aşırı karbondioksit seviyeleri, bölgenin kaplıca ve travertenlerini de ortaya çıkaran aynı jeolojik sistemden kaynaklanmakta.


Pamukkale, 35 kilometre uzunluğundaki aktif bir tektonik fay hattı bölgesinde yer alıyor. Bu hatlardan biri doğrudan şehir merkezinden geçerek Apollon Tapınağı'na uzanıyor. (Hoca demedi mi fay hattına yapmayın diye...:)


Güney California Üniversitesi'nden Yeomans'ın tespiti ise şöyle; "Plütonyum'un konumunun seçiminin, burada bulunan sismik gaz delikleriyle doğrudan ilgili olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakıyorum. O dönemin inançlarında yeraltındaki dünya ve onunla ilişkili tanrılar ve mitlerin önemli bir yeri olduğu göz önüne alındığında, ayaklarının altında olduğuna inandıkları dünyaya en yaklaştıklarını düşündükleri noktalarda tapınaklar inşa etmiş olmaları akla yatkın."


Doğa güçlerine bu kadar yakın olmanın bir bedeli de olur. Bu aktif fay hattı, MS 17, MS 60 yıllarında ve 17. ve 14'üncü yüzyıllarda şehri yerle bir eden depremlere yol açar. Bu yıkımların sonucunda da Hierapolis Antik Kenti terk edilir.


Ancak, bu gizemi büyük oranda çözmüş olmasına karşın Pfanz'ın aklını kurcalamaya devam eden bir konu daha vardır: ‘’Madem burası insan hayatını tehdit edecek kadar tehlikeli bir bölge, o zaman neden tapınağa giren din adamları sağ çıkabiliyordu?’’


Pfanz, bu sorunun peşinden ertesi yıl Hierapolis Antik Kenti'ni bir kez daha ziyaret eder. Bu kez farklı saatlerde ölçüm yapar: "Gün boyunca, hava sıcak ve güneşli olduğunda, karbondioksitin hızla dağıldığını fark ettik. Ancak, karbondioksit havadan daha ağır olduğu için geceleri hava daha soğuk olduğunda zeminde birikiyor ve yer seviyesinde ölümcül bir gaz gölü oluşturuyor."


Pfanz, bulgulardan burunları yere daha yakın olan hayvanların bu zehirli bulutta çabucak boğuldukları ancak daha uzun boylu olan din adamlarının ise daha düşük karbondioksit soludukları için hayatta kaldıkları sonucuna varır.


Peki bu kurban verme merasimi aslında para kazanmak için yapılan bir hile miydi, yoksa rahipler gerçekten tanrılarla iletişim kurduklarına mı inanıyorlardı?


Yeomans, bu soruya, "Hierapolis'teki Plütonyum'un çok ama çok önemli olduğuna dair bir kuşku yok. Bununla birlikte din adamlarının neler olup bittiğini gerçekten anlayıp anlamadıklarından emin olmak ise zor. Bazıları hayatta kalmalarını ilahi olanın lütfuna bağlamış olabilir, diğerleri ise bunu, gözlemlenebilen veya en azından bir noktaya kadar tahmin edilebilen esrarengiz ama doğal bir durum olarak da değerlendirmiş olabilir" yanıtını veriyor.


Bugün Cehennem Kapısı tuğlalarla örülmüş durumda. Burayı ziyarete gelenlerin, yüksek karbondioksite maruz kalmadan bu tarihi yapıyı görebilmeleri için etrafına bir yürüyüş yolu yapılmış.

Ancak bu modern haliyle bile, antik dönem hacılarının izinden yürümek, mitoloji ile dünyevi gerçekliğin buluştuğu, eski tanrıların uzanıp insanların hayatlarına dokunduğu bu muhteşem yere tepeden bakmak heyecan verici...


Pfanz, burada yaşadıklarını, "Kerberos'un efsanevi nefesinin aslında karbondioksit olduğunu ilk fark ettiğimde, tam kemerin önünde duruyordum. O anda, bu eski gizemi çözdüğümüzü fark ettim; bu gerçekten harika bir duyguydu" sözleriyle tarif ediyor... Biz de diyoruz ki ''Bilim-Bilim-Bilim''....


Pamukkale’de kapsamlı bir gezi planı yapıyorsanız, Hierapolis Antik Kenti içindeki Travertenler, Cehennem Kapısı, Kleopatra Havuzu, Müzeler, Antik Tiyatro ve yukarıda saydığımız diğer alanlar bu tarihi bölgenin en öne çıkan ziyaret noktaları. Yoğun yabancı turist ilgisi var. Kleopatra Antik havuzu içinde antik kalıntılar var ve birçok kişi de suyun içine giriyor.

Beycesultan Höyüğü MÖ 4000 - Denizli, Çivril.

Denizli diyince ilk akla gelenlerden biri de ''tekstil ve dokumacılık''. Öyleki bölgedeki tekstil ve dokumacılık tarihi günümüzden 4000 yıl öncesine kadar uzanıyor. Bölgenin en büyük yerleşim birimi olduğu tahmin edilen Beycesultan'ın (Beycesultan Höyüğü) tarımın yanı sıra büyük bir tekstil üreticisi olduğu da 4000 yıllık tekstil atölyesi buluntularıyla ortaya konmuş; bu da tekstil kenti Denizli'nin bu sektördeki geçmişini daha da geniş bir tarihe yaymakta.

Höyükte Tekstil üretimi ile ilgili dokuma tarağı, dokuma bıçağı, ağırlıklar ve yanmış tekstil parçaları hatta dokuma farkı olan birkaç tekstil örneği ortaya çıkarılmış. Bunlar da bize Denizli'nin özellikle MÖ 2000-1600 yıllarına kadar giden (şimdilik bildiğimiz) yaklaşık 4000 yıllık bir tekstil üretim geleneğinin olduğunu ve bu tekstil üretimi geleneğinin günümüz modern çağına kadar olasılıkla nesillere aktarılarak devam ettiğini gösteriyor.


Buldan'dan bir görüntü - Buldan Evleri

Bir sonraki durağımız bu bölgeye oldukça yakın olan Buldan İlçesi idi. Dokumacılık ve tekstil konusunda isim yapmış bu sempatik ilçe içerisinde birçok mağaza ve alışveriş imkanı var. Buldan bezi ve bambu havluları, bornozlar, örtüler, yatak örtüleri, mutfak bezleri gibi çeşitler ve fiyatlar gayet iyi ve insanlara da samimi ve dostça yaklaşıyorlar. Evolet Home - www.evolethome.com - güzel ürünleri ve sıcakkanlı sahipleri ile bizde iyi bir izlenim bıraktı.


Alışverişimizi tamamladıktan sonra (Çiğdem pek tamamlamak istememiş olsa da :)), abartmak gibi olmasın hayatımızda yediğimiz en iyi lahmacunları yemek üzere Buldan Pideci'sinde mola verdik. Bölgeye uğrarsanız mutlaka deneyin. Misafirperverlikleri de çok memnun edici.

Buldan Pidecisi ve Değerli Barış Manço
























Suriye Caddesi - Suriye Kralı Seleukos dönemi

Ertesi gün durağımız Laodikya Antik Kenti idi. Yine muhteşem bir doğa içerisinde, karşı tarafta da Travertenler manzarasına sahip bu antik kentte 2 saat gezdik. İçerisinde evler, antik tiyatrolar, kiliseler, içinde kilise olan ev ve nerdeyse bir Hıristiyanlık ve vaftiz merkezi haline gelmiş ev-kiliseler mevcut. Tiyatrolar rüzgarın yönüne göre düşünülmüş ve inşa edilmiş, birden fazla olması da şehrin nüfusunun ihtiyacına karşılık vermek için.


Denizli'nin 6 km kuzeyinde Eskihisar, Goncalı, Bozburun köy sınırları içinde ve Çürüksu (Lykos) Ovası ortasındaki Laodikya bir Frig Kenti. Bölgede en erken yerleşimler 7500 yıl öncesine kadar gidiyor. İskender dönemi Laodikyası kralı Seleukos eşi Laodike adına bu şehri yaptırmış. Daha sonra da Roma ve Bergama dönemlerinde yerleşim olmuş. En parlak zamanları ise MS 1. -3. yüzyıllar ve 4.-6. yüzyıllar arasında... Anadolu'nun eski 7 kilisesinden birine sahip olan kent erken Bizans döneminde (330-717) metropollük seviyesinde bir dini merkez olmuş. Dönemin ticaret yollarının kesiştiği bir bölge olması Kenti bir ticaret (tekstil, mermer, hububat, hayvancılık....) merkezi haline getirmiş. Ve tabii ki bolca depremden nasibini almış.



Erken Bizans Dönemi - Vaftizhane

Bu bölgeye gittiğinizde mutlaka uğranması gereken bir Antik Şehir olduğunu düşünüyoruz. Biraz Hierapolis’in gölgesinde kaldığı için atlanabilir o yüzden bu notu düşmek istedik.


Aynı seyahat esnasında Denizli ile birlikte yaptığımız diğer kent ziyaretleri Uşak ve Kütahya olmuştu. Ancak bu tecrübemizle birlikte bu bölgeleri ziyaret rotasının Kütahya - Afyonkarahisar - Uşak ve Denizli olarak planlanmasının daha optimal ve bölgenin hikayesini daha tamamlayıcı olacağının notunu da buraya düşmek isteriz. Bu bütünü yakalamak isterseniz de zamanlama olarak 1 haftanızı bu rotaya ayırmanızı öneririz.


Bir sonraki gezimizi paylaşmak dileğiyle...


Saygı ve Sevgilerimizle,


Çiğdem Türkyılmaz Haluk Hızlıalp


Kaynaklar :


84 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazar Hakkında
WhatsApp Image 2022-11-17 at 2.45.19 PM.jpeg

Muzaffer Haluk Hızlıalp 30.11.1962 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlk öğrenimini Erenköy ve Yıldız İlkokullarında, orta ve lise öğrenimini Fransız Saint-Benoit Erkek Lisesi’nde, Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, lisans-üstü eğitimini ise İngiltere King’s College’ da tamamlamıştır.

#GunesInsan

Yeni bir çalışma yayınladığımda güncelleme almak için bloguma abone olun.

Teşekkur ederim!

bottom of page